Efendim, bendeniz masa başında çalışmayı severim. Aramızda kalsın, bunu sahada koşturmak, meydanlara çıkıp mücadele etmek, aksiyon içerisinde bulunmak zor geldiği için uydurdum ama siz anlamamış gibi yaparsınız artık… Neyse efendim, çalışacağım masa da öyle ufak tefek olmayacak. Sonuçta “çok önemli” işler yapıyoruz yani…

Daha önce evdeki altı kişilik yemek masasını çalışma masası olduğuna ikna edip bir yıl kadar kullandım. Ama kardeşim evlenince masayı onun evine naklettik. Bendeniz çok çok önemli çalışmalarım aksamasın diye hemen bir masa ayarlamaya çalıştım. İkinci el eşya satan bir adam “Cam bir masam var” dedi. Cam masa istemiyordum ama dev boyutlarını görünce almaya karar verdim. Üstelik kurması ve kaldırması çok kolaydı. Hemen odanın yerleşimini değiştirip masayı kurdum ve başladım “çalışmaya”

Tabii ki sahada çalışmanın zorlukları olduğu gibi masa başında çalışmanın da bazı zorlukları var. Mesela bilgisayar ekranına bakarken bir taraftan da çayınızı yudumlamanız gerekiyor. Üstelik çayınız soğuyor, arada bir ısıtmanız lazım… Bir sürü zahmet anlayacağınız… Bendenizin en önemli “özelliği” kendimi tam bir çay tiryakisi olarak görmemdir. Bu yüzden masamda her zaman bir çay takımı hazırda bekler. Öyle elektrikli çay makinelerini falan da kullanmam. Bu yüzden demliklerim hep masanın üzerindedir. Yine masamın üzerinde demlikler, bilgisayarın başında ben, ekip halinde dünyayı kurtarmaya çalışırken cam masa demliğin sıcaklığına ve benim çalışma tempoma daha fazla dayanamayıp ‘çat’ diye çatlayıverdi. Sakın siz de “Demliğin altına bir şey koysaydın” demeye kalkmayın çünkü nihale vardı ama işe yaramamıştı…

Ne yapalım, camı kaldırıp çatlak tarafı diğer uca getirdim. Böylece masanın ömrü biraz daha uzayabilirdi. Aslında iyi dayanıyordu, ta ki yarıyıl tatilinde yeğenler gelene kadar… Aslında yeğenimin masayı kırarak benim önemli çalışmalarımı engellemek isteyen dış mihraklar tarafından kullanıldığını düşünüyorum ama bu konuda henüz elimde yeterli bir kanıt yok…

Çatlak olan yerden jilet kesmiş gibi ikiye ayrılan camı dışarı taşırken bundan sonra ne yapacağımı düşünüyordum. Kaldırdığımız camın yerine bir ahşap koyarak çok önemli işlerime devam edebilirdim.

Babam da önce böyle düşünüyordu ama daha sonra masanın kaidesine bir tahta yerleştirip ikiye bölünmüş camı üzerinde tutabileceğini söyledi. Ben o anda masa başında çalışmanın kazandırdığı kıvrak zekâ, farklı bakış açısı ve engin birikimle yılın analizini ortaya koydum:

-Eğer cam ilk çatladığında altına bir destek yerleştirip gerilimini azaltsaydık, çatlak büyümez ve masa ikiye bölünmezdi!

Benim bu “olağanüstü” tespitimi evdekilerin anlaması biraz zaman aldı tabi. Bir süre birbirlerinin yüzüne bakıp sonra gülmeye başladılar. Neden güldüklerini anlamam da benim zamanımı aldı…

***

Peki bunu niye anlattım?

Efendim, insanlar da bu cam masa gibidir. Aslında onları kırmak istemeyiz hatta onları korumaya gayret eder, birlikte gül gibi geçinip gitmeye çalışırız… Ama dünya işte, bir gün olmadık bir durumda “çıt” diye ufaktan bir kırılma olur. Biz bu ufacık kırılmayı önemsemeyip “Böyle de idare edilir” dersek, çatlağın büyüyüp parçalanmaya dönüşmemesi için bir takım “destek”ler oluşturmazsak, bir gün her şey darmadağın olabilir. Bu parçalanma bazen benim yeğenler gibi “dışarıdan” gelen “birileri”nin elinden olabildiği gibi bazen de taşımaktan insanı yoran “ağır yükler” sebebiyle gerçekleşebilir.

Gerek “dışarıdan gelenler” gerekse üzerine yüklediğimiz “ağır yüklerin” onu parçalamasını istemiyorsak, oluşan çatlağı dikkate alıp destekleyici tedbirler almalı, üzerindeki yükü de hafifletmeliyiz.

Aksi halde parçalanmış bir yürek ellerimizden kayıp giderken “Eğer zamanında destekleyici bir şeyler yapsaydım böyle kırılıp parçalanmayacaktı” şeklinde zamanı geçmiş çıkarımlar yapmak zorunda kalırız.

Alın size masa başında çalışılarak elde edilmiş “uzman görüşü” kıvamında bir analiz daha…