Hafta sonu bir arkadaşımın izini sürmek amacıyla Sultangazi taraflarına gittim. İzini sürmek diyorum çünkü arkadaşımla bütün irtibatımız koptu. Ben de belki çalıştığını söylediği işyerini bulursam görüşebiliriz diye bir ümit yollara düştüm. Arkadaşımı bulamadım ama garip bir şeye şahit oldum. O an garibime gitti ama sonra durup düşününce aslında bu manzaranın son zamanlarda “alışılmış” bir durum olma yolunda ilerlediğini fark ettim.  

Efendim olay şu, sakince bir sokakta ilerlerken aniden bir apartmanın ikinci katından bir feryat yükseldi. Bir çocuk, çocuk dediğim son yıllarda çok konuşulan ve hakkında, yaşanan sıkıntıları listelemekten başka hiçbir işe yaramayan sayısız kitabın yazıldığı “ergenlik dönemi” içerisinde bir genç, “Ben bunları hak edecek ne yaptım” diye bağırarak duvarları yumrukluyor. Bir süre duvarları dövdükten sonra korkuluklara yaslanarak burnundan solumaya başladı. O kadar derin soluk alıp veriyordu ki tüm sokak sadece onun nefesiyle doluyordu.

Beni hayli etkileyen bu vaka üzerine düşünerek eve vardığımda beni bekleyen manzara pek de farklı sayılmazdı. Babamla ufak bir mesele yüzünden tartışan malum “ergenlik dönemi” içerisindeki kardeşim, öfke nöbetleri geçiriyor, evin ortasında garip garip hareketler yapıyordu.

Tüm bunlar üst üste gelince, açıkçası evlenip çoluk çocuk sahibi olma fikrinden korkmaya başladım ve patlamaya hazır birer bomba haline gelen gençler üzerine düşüncelere daldım. Onlar için neler yapıyorduk?

Mesela Fırat’ın doğusunu kurtarmak için yapılacak operasyonla ilgili, bilen bilmeyen herkesin konuştuğu televizyon programlarını büyük bir dikkatle dinlediğimiz kadar gençlerimizi dinliyor muyduk?

Oy verdiğimiz ya da vermeyi düşündüğümüz parti liderinin ne zaman nerede olduğunu takip ettiğimiz kadar, geleceğimizi o partiden daha fazla şekillendirecek olan çocuklarımızın ne zaman, kiminle, nerede olduğunu takip ediyor muyduk?

Yemek ve magazin programlarında, kimin hangi yemeği nasıl yaptığı, kimin neyi nasıl yediği konusundaki dikkatimizi, bizlere emanet çocuğumuzun boğazından neler geçtiği konusunda gösteriyor muyduk?

Gazetelerimizde ve televizyonlarımızda koca koca devletleri korkutup kaçırırken, gençlerimizin korkularına çözüm bulabiliyor muyduk?

Gelecekte ülkemiz ve bölgemiz üzerinde oynanan oyunları bozmalarını beklediğimiz gençlerin, internette hangi oyunları oynadıklarını fark edebiliyor muyduk?

Listeyi uzatmak mümkün ama teşhis işin kolay kısmı. Tedavi ise uzun ve uzmanlık gerektiren bir mesele. Bu konuda uzmanların çok titiz bir şekilde çalışmaları gerekir elbette ama işi uzmanlara, okullara, bu işle ilgilenen sivil toplum kuruluşlarına bırakıp kaçmak da olmaz. Bizim de yapacağımız çok şey var.

Mesela, başta en yakınlarımız olmak üzere, çocuklarımız, yeğenlerimiz, kuzenlerimizle daha iyi ilgilenmemiz zor olmasa gerek. Günümüz gençlerinin çabuk sıkıldıklarını hele hele nasihat dinlemeye hiç gelemediklerini göz önünde bulundurarak, uzun sohbetler değil de kısa ama sık sık, tadı damakta kalacak şekilde yapacağımız muhabbetlerin etkili sonuçları olabilir.

“Gençler bu kitabı okumalı” dediğimiz bir eseri satın alıp hediye etmek, ya da eskilerin yaptıkları gibi kendi kütüphanemizden çıkarıp vermek işe yaramayabilir. O zaman o eseri küçük dozlar halinde, direkt damardan enjekte etmeye çalışabiliriz.

Hiçbir şey yapamasak her gün gördüğümüz, sokağımızdaki, apartmanımızdaki bir gence tebessüm edip selam verebilir bir anlığına da olsa kulağındaki kulaklığı çıkarıp bizimle iki kelam etmesini sağlayabiliriz. Bu son söylediğimi gerçekten yapabilir miyiz bilmiyorum ama başarabilirsek büyük bir zaferdir!

Velhasıl, gerçekten patlamaya hazır birer bomba olan gençlerimizin, doğru zamanda doğru yerde infilak etmelerini sağlamamız gerekiyor. Aksi halde bu bomba en büyük zararı bize verecektir…