Olayları inceleyip analiz etmenin ve bunlardan ders almanın önemini sık sık vurgularım: Önceki bir yazımda, Mekke’de bir grup genç tarafından Mescid-i Haram’ın işgal edilmesi olayını ele almış ve bu olay üzerinde yeterince çalışılmadığını söylemiştim. O yazımda; doğu, batı, kuzey ve güneydeki tüm bombalama ve toplu cinayet vakalarının -Yeni Zelanda’daki son olayı da bunlara ilave edebiliriz- ve DAİŞ örgütünün üstlendiği tüm cinayetlerin, keza modern çağda ülkeler arasında savaşlara yol açan kararların; tüm bu olayların faillerinin tarihten habersiz olduğunu ve dünyada meydana gelen değişimleri bilmediklerini, dolayısıyla tedaviye ihtiyaç duyduklarını ortaya koyduğunu açıklamıştım.

Bu suçların kaynağını kurutmak, zulümleri ortadan kaldırmak ve şiddet, aşırılık ve terörün beslendiği ihtilaf ve krizlere adil çözümler getirmek için entelektüel, kültürel ve siyasi/hukuki aşılar geliştirmeye acilen ihtiyacımız bulunmaktadır.

İhtilaflar, maslahatlar/menfaatler konusundaki farklı bakış açılarından kaynaklanmaktadır. İlmin ve tarih bilgisinin yokluğu da tutkuların etki şiddetini artırmakta ve farklı bakış açılarına sahip insanları ziyadesiyle çarpıtılmış algılarla boğmakta, böylece çözüme ilişkin hiçbir ufuk sunmayan (anlamsız bir) çatışma alevlenmiş olmaktadır.

İngiliz yazar Herbert George Wells tarafından kaleme alınan “İnsanlığın Kısa Tarihi” okuduğumda aklımın daha da büyüdüğünü, insanlığımın arttığını hissetmiştim. Dün gibi hatırlıyorum, o zaman şöyle demiştim: “İnsan, insanlık tarihini bildiği kadar insandır.” İnsan kendi tarihini ne kadar derin ve ne kadar net biliyorsa o kadar insandır. Bunun sebebi şudur: Derinlikli tarih bilgisi insana olayları çok boyutlu açılardan görmeye, aşırılık, asabiyet ve tarafgirliği azaltmaya ve olaylar karşısında ilme dayalı bir tutum geliştirmeye yardımcı olur.

Olaya karşı bilimsel bir tutum benimsenmemesi, çözüm için umut kapılarının kapanmasına, geleceğe ilişkin karamsarlığa, merhamet, hoşgörü ve ümidin kaybolmasına yol açar. İnsanı intikam almaya kilitlenmiş, sorunları -hidayetlerine/ doğru yolu bulmalarına vesile olmak yerine- kafalarını keserek çözeceğini sanan bir kindara dönüştürür. Merhamet, bağışlama ve hoş görme tutumunu kazandıracak olan ilimdir. Cehalet ise insana katılık ve kabalık verir, sahibini de cinayet, kan ve yıkım manyağı yapar.

Yukarıda tutkunun tüm çatışmalarda kilit bir rol oynadığını söyledim. Çünkü görüşü bir renge boyar. Bu da her bir tarafı (ihtilaf ettikleri olayları) farklı görmeye iter. Tutkunun etkisi hem çocuklar arasında hem de cahillerde; dünyanın tarihini, olayların akışını ve kevnî kanunları çok az bilen insanlarda açıkça görülür. Çünkü ilim az olduğunda heva/tutku artar. Bu da tüm işlerde bakış açısını perdeler. Bu yüzden insan hatalarını farklı bir gözle görür ve ona kendi çirkin işleri başkalarının çirkinliklerinden daha üstün görünür.

Çocuklarda tutkunun etkisini oyunları ve şahsi eşyaları yüzünden çatışırken görürüz. Aynı şekilde tutkunun etkisini siyasi liderler düzeyinde, diğerlerinin yaptıklarının barbarlık, vahşet ve terörizm olduğunu ilan ettikleri zamanlarda görüyoruz: ‘Bizim yaptıklarımız ise masum vatandaşlarımızın güvenliğini korumaya yöneliktir!’

Böylece başkalarının terörünü alçak ve menfur görürüz… Ama bizim yaptığımız her şeyin haklı gerekçesi ve sebepleri vardır!! Evet, terörü topyekûn reddetmeliyiz. Ama ondan önce terörü kendi aramızdan bütünüyle uzaklaştırmalıyız: Şahsen ben terörü lanetleyen

herkesin gerçekten bu söylediklerine içtenlikle inanmasını diliyorum. Bu tutumlarını başkalarıyla ilişkiler söz konusu olduğunda da korumalarını bekliyorum. Başkalarının haklarını çiğnenemeye yol açacak hiçbir tutumu benimsememelerini temenni ediyorum.

Kriz dönemlerinde kimi insanların ahlak elbisesini çıkarıp nasıl kurtlara, hırsızlara ve katillere dönüştüğünü hep birlikte görüyoruz. Ancak yanlışa bakıp yeni bir yanlış adım atmamamız, mevcut olguya teslim olmamamız gerekir. Zira hâlâ başka bir dünya mümkün. Nitekim insanların şefkat ve merhametlerinde melekleri andıran örnekler ortaya koyduğunu da görüyoruz. Bu türden bireysel olay ve olguları ilim yoluyla genele teşmil edebiliriz. Bu güzel örnekler geçici ve istisnai olarak kalmasın. Böylece Allah’ın kanunlarına uygun yaşayan, nefsinin tutkularına gem vurabilen terbiyeli insanlar çoğalacaktır.

Suçluluk, terörizm ve çatışmalarla yüzleşmek ve bunların kaynaklarını kurutmak için bir Kur’ani bir reçete istiyorsak, Allah’ın şu sözüne kulak asmalıyız:

“Mademki iyilik de bir olmaz, kötülük de; (o halde) sen kötülüğü en güzel şekilde savuştur! Bak gör o zaman, seninle arasında düşmanlık olan biri bile sanki sımsıcak bir dost kesiliverir.” (Fussilet 41:34). İhsan (iyilik ve hayırseverlik), düşmanlığın gerekçelerini ortadan kaldırır, kişisel çıkar kriterlerini değiştirir ve farklı bakış açılarındaki görüş farklılıklarının sebebini aşikâr eder.

İnşâAllah, “deri ip” hadisi üzerinden af ve ihsan yönteminin gücünü açıklayan yeni bir yazıyla bu konuya devam edeceğiz.

Arapçadan tercüme eden: Fethi Güngör