Önceki iki makalemde kâinatın/varlığın sürekli şekilde yeni/özgün yaratışlara ve yaratılışta istikrarlı bir artışa sahne olduğuna ilişkin Kur’ani bakışa değinmiştim. Keza bu durum ile bireyin toplum düzeni içendeki değeri arasında ilişki kurmaya çalışmıştım.

Bugün ise bireyin potansiyelini değerlendirmenin önemini (sosyal) yasalar çerçevesinde vurgulamak istiyorum. Böylece bireyin gerek kendisini gerekse içinde yaşadığı toplumu (kusur ve ayıplardan) arındırma kudretinin ne kadar değerli olduğunu pekiştirmek istiyorum. Bu mesele üzerinde önem ve özenle durmanın; ıslahatçılar ve davetçiler marifetiyle bu meseleyi toplumda yaymanın ve insanları müjdelemenin en şerefli ve kutsal çabalardan biri olduğu kanaatindeyim. Günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, gençlerin ilgisini çekecek ve onlara fayda sağlayacak kitap ve yazılar üreterek onların yaratıcı kudretlerini geliştirmelerine ve içlerinde kaybolan tohumları yeniden canlandırmalarına katkı yapacak yazar ve müelliflerdir.

Bir insanın tecrübe edebileceği en güzel zaman dilimlerinden biri, bireyselliğini hissettiği anlardır. Zira bu tecrübeyle Allah’ın içine yerleştirmiş olduğu kudret ve yetenekleri keşfeder. Bu gibi müstesna zamanlarda insan, evrendeki yerini/konumunu kavrar ve en büyük hakikat ile doğrudan etkileşimini (derinden) hisseder. İşte bu tecrübe, onun cehalet ve şirk bataklığından çıkıp tevhid ve sorumluluk alanına intikal ederek (insana) teklif edilmiş olan emaneti yüklenmesinde (önemli) bir aşamayı oluşturur.

Toplumlar, bireysel eğilimlere karşı hoşgörüsüz olma eğilimindedir. O kadar ki bireysel eğilimi medeniyetin istikrarına engel olarak görenler bile mevcuttur. Kanaatimce çözüm ne bireysellikte ne de bireyselliğin ortadan kaldırılmasındadır. Ben çözümün hepsinin (hem bireyin hem de toplumun) esenliğinde yattığını görüşündeyim. Zira bireylerin çabaları olmaksızın ‘herkesin esenliği’ (söylemi) bir anlam ifade etmez. Keza toplum olmazsa birey her seferinde sıfırdan yani ormandan ve mağaradan başlayacaktır. Her şeyi yerli yerine koyacak olan bilim (çalışmaları) ve ‘sonuçların değerlendirilmesi’dir. Önceki toplumların ve nebilerin kıssalarında bulduğumuz husus da budur: Nebilerin bireyselliği şaşkınlık (ve tepki) uyandırmaktaydı: “Biz önceki atalarımızın geleneğinde böyle bir şey olduğunu işitmedik, dediler.” (Kasas 28:36).

İşte burada bir önceki makalede söz konusu ettiğimiz “emanet”in önemi belirgin şekilde ortaya çıkmaktadır. Farklı alanlarda yeni tasavvurlar kazanan bireylerin sabırlı/dirençli olmaları ve üzerlerine bırakılan emaneti sahiplenmeleri gerekmektedir. Bu sebeple nebilerin ve insanları adalet ve eşitliğe çağıran diğer insanların sabırlı olmaları gerektiği hatırlatılmıştır: “Bize yollarımızı O gösterdiği halde ne diye Allah’a güvenip dayanmayalım? Çektirdiğiniz eziyete de (sabreder, göğüs gerip katlanır ve) direniriz. Dayanak arayanlar yalnız Allah’a güvenip dayansınlar.” (İbrahim 14:12).

Yeryüzü toplumlarında gelişme ve yaratıcılık büyük oranda bireysel girişimler neticesinde ortaya çıkmaktadır. Üstelik toplumların bu girişimleri -özellikle de azgelişmişlik dönemlerinde- bastırmaya çalışmasına rağmen… Hem de insanı (günlük hayatta) kullandığı diğer eşyalar gibi olması için yetiştirmeye azmederek… Oysa Allah insana “sen diğer varlıklar gibi değilsin… Sen başka bir yaratışın eserisin” dediği halde![1]

Bireyselliği bencillik ile karıştırmamak gerekir. Bizim üzerinde konuştuğumuz bireysellik, insanı kör taklitten koruyan bir konumdur: “Ve bilmediğin bir şeyin peşinden gitme!” (İsra 17:36). Keza bu (söz konusu ettiğimiz bireysellik) zalimane emirlere itaati reddeden bir konumdur: “Hayır! O (azgın) insana itaat etme! Şimdi (Rabbine) secde et ve (O’na) yakınlaşmaya gayret et.” (Alak 96:19). Yine bu (bireysellik) insanı gerçeği söylemeye zorlayan, bunu yaparken Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmamayı ve yaptığı işin sorumluluğunu üstlenmeyi öğreten bir konumdur: “Çünkü kulak, göz ve gönül; bütün bunlardan dolayı (hesap günü) sorumlu tutulacaktır.” (İsra 17:36). Nitekim Allah’ın huzurunda; “ben sadece emirleri uyguluyordum” demekle kendisini affettiremeyecektir.

Günümüzde, takipçilerinin -hiçbir kınayıcıya kulak asmadan- hakka/hakikate tanıklık etmelerini şart koşan bir siyasi düzen var mıdır? Yoksa; “Emret efendim…” diyecek bireyler yetiştirmek mi istiyorlar? Devletin kulu/kölesi olarak, emirleri tek bir soru dahi sormadan ve (sebebini-sonucunu) düşünmeden uygulayacak bireyleri…?!

Arapçadan tercüme eden: Fethi Güngör

[1] Cevdet Said burada şu ayet-i kerimeye atıf yapmaktadır: “… Daha sonra, o hayat tohumundan döllenmiş hücreyi yarattık; hemen sonra döllenmiş hücreden cenini yarattık; ve ceninden de kemikleri yarattık; en sonunda kemiklere kas giydirdik; sonuçta, onu başka (farklı, bağımsız) bir varlık olarak inşâ ettik: işte her şeyi en güzel şekilde yaratan Allah’ın şanı böyle yücedir!” (Mu’minun 23:14).