Kültür ve medeniyetlerden bahsederken gündelik jargonla konuşuyoruz.

Türk kültür ve medeniyeti, İngiliz kültür ve medeniyeti gibi.

Türk kültür ve medeniyetini anlamak için İslâmlığı ve İngiliz kültür ve medeniyetini anlamak için de Anglosaksonluğu bilmek lâzım gelir.

Anlaşılır kılmak adına basitleştirerek kullanıyoruz bu kavramları.

Kültür ve medeniyet dediğimiz şey tek bir parçadan ibaret değil.

Birbirine tutunmayı başarmış ve harmoni oluşturmuş binlerce parça.

Asırlar gerekiyor mürekkep hale gelmesi için.

Kolay değil, asırlarca bir arada kalmayı başarmış insanlara borçluyuz bunu.

Her ne saik ile olursa olsun ‘birlik şuuru’ gerekiyor.

100-200 yılın esamisi okunmaz bu şuur için.

Kaybedilmesi için de, kazanılması için de fazlası lâzım

Her ferdi bir arada tutacak ve birbirlerine fedakârlık yapmalarını sağlayacak bir şuur.

‘Dilden dine… Edebiyattan bediiyata…’

‘Şuur’ yeryüzünde sadece insanoğlunda görülen bir özellik.

İnsanoğlunu ‘eşref-i mahlûk’ kılanı hesaba katmadan anlayamayız şuuru.

Yani, ‘Allah’ı ve insanoğlundan muradını.’

Bir arada yaşama başarısı, insanların birbirine tutunmalarını mümkün kılacak kültür ve medeniyetle mümkün.

Birbirleri arasında ‘olması’ ve ‘olmaması’ gerekenler ile irtibatın şirazesini sağlayacak ve koruyacak ‘töre’ ile.

‘Töre’ tarih boyunca ecdâdın hakkını teslim ettiği bir kavram.

Töre bozulunca her şey bozuluyor.

Bu kavramı kullanıyor oluşumu yadırgadığınızı düşünüyorum.

Buna şaşırmam. Çünkü, kültür ve medeniyetimizin bir çok mühim kavramı gibi, tedavülden çıkarılmasa da, ‘yara’ almış bir kavram ‘töre.’

‘Töre’ kelimesini, ana haber bültenlerine konu olan ‘aile içi infazlar’ dışında duyamıyoruz neredeyse. Spikerler ‘töre cinayeti’ olarak duyuruyor.

‘Töreye uygunsa cinayet olur mu?’ diyemiyoruz. (Sudan sebeplerle işlenen cinayetleri töre kabul ettiğim ve savunduğum anlamı çıkmasın.)

Adaletsiz töre olmaz. Özgürlük yanı başında durmuyorsa adaletten bahis açamayız. Hepsi birbiriyle damardan bağlı bu kavramların.

Bir medeniyet ve kültür şuuruyla.

Kültür ve medeniyetin tekâmülü şuurun tekâssürü ile mümkün.

Bize ‘yeni bir milât biçenlerin/verenlerin’ dayattığı dünya ‘ne yapalım artık, olan oldu’ deyip teslim olup, ‘güçlenebileceğimiz’ bir dünya değil.

Yüzlerini döndükleri ve bize emsâl gösterdikleri ‘Batı kültürü ve medeniyetinin’ sadece onlar değil, ‘Stalin ve Mao’nun’ bile dillerine dokunmadıklarını, tarihlerini ret etmediklerini, milletlerine bizim devrimbazlar gibi bir hainlik ve cahillik yapmadıklarını biliyoruz.

Marûz bırakıldığımız kötülüğü, masum kılacak herhangi bir marûzâtları olmadığı gibi, bu kötülüğün pahasını anlayabilecek bir vicdan muhasebeleri de yok.

‘Tarzanca’ İngilizcemiz ile bile 16. Yüzyıl İngilizcesinden Şekspir’i okuyabildiğimiz halde, kendi kültür ve medeniyetimizin aynı yüzyıl şairlerini nasıl oluyor da okuyamıyor olmamızın sebebini sormak yerine, ‘Osmanlıca öğrenip ne yapacaklar, dedelerinin mezar taşlarını mı okuyacaklar?’ diyebilen, ‘Müslümanlar bilimde, sanatta ne yaptılar, adam gibi bir sanatçı çıkarabildiler mi?’ diye sorabilen tarih bilincinden yoksun cahil heriflerin yüzüne, binlerce yılın abide şahsiyetlerini birer birer çarpmamız, 50-100 yılda çınar değil, ancak kavak yetiştirmenin mümkün olabileceğini anlatmamız gerekiyor.

Bize ‘yeni bir milât’ dayatanlar bir şeyi hesap edemediler.

Ve, ne yapsalar İslâm’ın hâlis kıymetleriyle irtibatımızı koparmayı başaramayacaklarını ve bizden ‘siyasetle’ aldıklarını, ‘siyasetle geri alabileceğimizi.’

Özetle, varlığımıza, tahammülsüzlüklerinin arkasında hâlâ, imân ve inançla direnişimiz ve bu direnişi mümkün kılan millî şuurumuz yatıyor.

Bugün İslam coğrafyasındaki savaşları da doğru okumak gerekir.

Bu savaşlar, emperyalistler ve yardakçılarının hasım görüp yok etmek istediği İslâm için üzerlerindeki ölü toprağını silkelemiş imanlı ve inançlı Müslümanların haysiyetli direnişlerinin de alâmetidir.

‘Direniş varsa, kültür ve medeniyet şuuru var demektir.

Şuur varsa ‘Diriliş mutlaka’ inşallah.

Nâ-tamam olsak da, noksan değiliz şükür.

Vesselâm.