Bursa Yusuf Yüzlüler Derneği’nin davetlisi olarak bu yılki programlarının ana teması olan “ahlak” üzerine bir konuşma yapmak üzere davet edildiğimde, belki de bu başlığın bir konuşmacı için en zor konulardan birisi olduğunu bilerek tereddüt ettim. Sonra da, hata ve kusurlarla dolu bir insan olduğumu da unutmaksızın bu başlığın zorluğuna rağmen sorumluluktan kaçamayacağımı düşündüm.

Bir yönüyle bakıldığında, felsefe, hukuk, sosyoloji ya da ilahiyat (teoloji) gibi farklı alanlardan biri üzerine kafa yormuş herhangi bir kişinin “ahlak” üzerine konuşması aslında hiç de zor değil. Fakat işin zor yanı, bu tür temel esas ve ilkeler üzerine konuşmalarda, kendinizi ilkeli ve ahlak abidesi yerine koyup diğerlerini veya üçüncü şahısları ahlaksızlıkla itham ettiğiniz gibi bir algının oluşabilmesi riski taşıyor olması… Dolayısıyla, cümlelerinizi diğer konuşmalara göre oldukça özenle seçmeniz gerekiyor.

Çoğunluğu hukukçu ve öğrencilerden oluşan dinleyicilere ahlak konusunun farklı boyutlarını ve konunun bizi götürdüğü alt başlıkları 4,5 saat boyunca konuştuğumuzu gecenin ilerleyen saatlerinde farkına vardık.

Ahlak konusunun, insan, devlet, adalet gibi diğer başlıklarla birlikte ilkçağlardan bu yana düşünür, filozof ve âlimlerin dikkatini çektiğini; Platon, Sokrates ve Farabi’nin ahlâk üzerine düşüncelerinden örnekle bu düşüncelerin benzer ve farklı yanlarının olduğunu hatırlatarak konuşmaya başlamış olduk. Özellikle Farabi’nin, bir sentez oluşturan görüşü olarak ahlakın amacının erdeme ulaşma (fazilet) ve düşüklük (rezilet) halinden kurtulma ile mutluluk gibi amaçlarının nasıl tartışıldığına dikkati çektik.

Ahlak anlayışlarının toplumdan topluma değiştiği gibi zaman içerisinde de değiştiğini; bununla birlikte insan ortak aklı ve vahyin ortaya koyduğu bazı ortak noktaların birçok toplumda ortak değer olarak kabul edilebildiğini;yine de her toplumun kendi inanç ve kültür değerlerine göre bir ahlak anlayışı geliştirdiğini hatırlattık.

Ahlakın hayatın tek bir noktasına, mesela insanın namus ve iffetine hapsedilemeyecek kadar geniş ve büyük olduğunu vurguladık. Bunun yanında, insan onuru ve haysiyeti ile ilişkili olduğuna; sözünde durmak, vefa göstermek, doğrunun yanında yanlışın karşısında olmak, hırslarına esir olmamak, başkasının malına el uzatmamak, insanlara zarar vermemek, erdem ve iyilik üzere bir hayat sürmeye çalışmak, çalmamak, insanlara karşı iyi olmak ve tutarlılık vb. gibi onlarca özelliği içerdiğinden bahsettik.

Ahlakın ticari ahlaktan, komşuluk ilişkilerine, görev ve sorumluluk bilincinden, devlet yönetimindeki ahlaki sınır ve sorumluluklara kadar hayatın birçok kesiti ile olan ilgisi üzerinde örneklerle durmaya çalıştık.

Dinleyicilerin teori ile hayatın gerçekleri arasında yaşanan çelişkiye ve ideallerin devlet yönetimine yansımasındaki kargaşaya dikkat çekerek bunun sebeplerini ve nasıl giderilebileceğine yönelik soruları üzerinden müzakere devam etti.

Ahlak konusu, o akşamki 4-5 saatlik konuşmayla bitirilemeyecek ve ancak yaşanarak, uygulanarak hayata geçirilerek anlam kazanacak bir konu. Bunun yanında, anlattıklarımın ötesinde, konu hakkında her düşündüğümde yeni pencerelerin açıldığını da farkediyorum:

İlk insandan son uyarıcıya kadar Allah’ın insanlara temel bir çizgi üzerinde emri özetle “insan kalın” mesajıdır ve bunun ana çizgisinde tevhid, adalet ve “ahlak”  yer alır. İslam’ın ilk ve en doğru pratisyeni olan Hz. Peygamber “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” derken vahyin temel varlık sebeplerinden birisini “güzel ahlak” olarak ortaya koyuyor. Bu sebeple, içinde “ahlak” kaygısı ve pratiği olmayan bir inancın kupkuru bir ideoloji olarak kalacağına ve inançların ideoloji seviyesine indirilerek profanlaştırılmasının da yanlış olduğuna inanıyorum.

Ahlak, insanı, insanî çizgide tutan, ona hayvanlaşmış azgın duygularını kontrol etme erdem ve alışkanlıklarını kazandıran bir ideal ve aynı zamanda bir araçtır. Bununla birlikte, ahlak kavramını soyut bir ideal olmaktan ya da işimize geldiğinde hatırladığımız bir araç olmaktan çıkartıp günlük hayatın bir parçası olmadıkça anlam ve değeri olmaz. Bunun yanında, ahlakın, onu sadece cinsellikle sınırlı tutan bir yaklaşımın çok ötesinde bir anlam taşıdığının da farkındayızdır.

Ahlakın,  bireye ve topluma hitap eden boyutları vardır.

Ahlak her şeyden önce, insanın hayatın içinde tutarlı bir çizgiyi korumasını gerektirir. Olaylar karşısında, çıkarlarına göre konum, değer, ilke ve referans değiştiren tutarsızlar birey veya topluluk olarak ahlak dışı kalmış olurlar ve kendilerini güvenilmezliğe mahkum ederler.

Bireyin ahlakı, tutarlılık, sözüne sadakat, yalan söylememek, merhamet sahibi olmak, insanlara iyi davranmak, zayıfları ezmemek, sadece insan olduğu için insanlara saygı göstermek gibi davranışlarla kendini gösterir. Çalmayan, yanıltmayan, ikiyüzlü olmayan, fırsatçı ve bencil olmayan, emanete sahip çıkan, yaptığı işi görev ve sorumluluklarına uygun yapan, yani sorumluluklarının bilincinde bir kişiyi “ahlak”ın önerdiği erdemlere (fazilet) erişmiş olgun bir insan olarak konumlandırırız. Fakat ahlak, sadece ferdi (bireysel) bir konu da değildir.

Herhangi yapının “ahlaklı” olduğunu ifade etmek için o kişi veya yapıyı bir süre gözlemlemek yeterlidir:  Tutarlı, baştan sona kadar değişmeyen sabit ilkeleri olan, diğerlerini aldatmayan, kendisine ve başkalarına saygı gösteren, haklarını koruyan, ölçülerinde hile yapmayan bir yapının değerlerinin ve ilkelerinin olduğu,  yani “ahlak” sahibi olduğu söylenebilir.

Ahlak, fıtratın gereğidir ve onun bir görünümü ve yansıması da vicdanın sesini dinlemektir. Bütün güçlüklerine rağmen, güzel ahlakla yaşayabilmek çakalların, tilki ve sırtlanların arasında insanca kalabilme sanatıdır.