Geçenlerde genç bir kardeşim, ‘tiyatro’ üzerine de yazmamı rica etmişti.
Beklentisi, ‘tiyatro sanatının önemi ve problemleri’ne dair miydi? Sormadım.
Muhtemelen ‘yekunudur.’
Söyleyeceklerim, o ve ‘tiyatro severleri’ tatmin eder mi? Kuşkuluyum.
Bu yazı, ‘bir ricanın hatırı’ babında kabul görsün.
Ne söylersem söyleyeyim, hepsi ‘sübjektif.’
Herhangi bir sanatı ‘sevmemek’ ifadesini doğru bulmuyorum.
Ne vakit, ‘bir sanattan hoşlanmıyorum’ diyebilen biriyle karşılaşsam, sağlam bir aparkatla ağzını, ‘sadece o cümleyi edemeyecek’ hale getirmek istiyorum.
Sanatın herhangi bir türünü, ‘renkler ve zevkler meselesi görmek’ lâm’ı, cim’i yok, düpedüz ‘cahillikten.’
Belki, bir sanattan hoşlanmamak değil de, o sanatın türlerinden hoşlanmamak kabul edilebilir.
Söz gelişi, ‘resim sanatından’ değil de, ‘sürrealist resimden’ hoşlanmamak gibi.
Tiyatroya da bu anlayışla yaklaştığımı söylemeliyim.
Siz de öyle yaklaşıyorsanız, aramızda bir tatsızlık çıkmaz. (Tebessüm sembolü)
Olur da yazdıklarım hoşunuza gitmezse, peşime düşmeyin.
Böyle bir düşünceye kapılanınız olursa uyarayım, bilumum Bruce Lee, Wang Yu ve Cüneyt Arkın filmlerini izledim çocukluğumda ve Çankırı’nın dar sokaklarında filmlerdeki hareketlerin pratiğini çok yaptım.
Üstüne profesyonel boks eğitimi de aldım. Haberiniz olsun. (Tebessüm sembolü)
(Tebessüm sembolü diye belirtmemin sebebi, Word programında o sembolü koyamadığım için, redaktörüme buraya ‘tebessüm sembolü’ koy anlamında.
Daha önce dikkate almamıştı. Yine almayacak. Canı sağolsun.)
(Tebessüm sembolü)
Şaka bir yana, tiyatrodan çok, iflâh olmaz bir sinema meftunuyum ben.
Yürümeğe başlar başlamaz sinemanın yolunu tutmuşum.
Abartmıyorum, sinemaya ilk gidişim ‘tek başına’ 5 yaşındayken oldu.
Sinemaya bedava girmenin hemen bir yolunu da bulmuştum.
Sinemanın dış kapısında, yaşça büyük birilerinin gelmesini bekler, hemen arkalarına takılır, bilet alırken yanlarında durur, ya hanımın döpiyesinin yahut erkeğin ceketinin ucundan çaktırmadan tutar, içeriye sızardım.
Kapıda hep aynı görevli durmadığı için epey zaman işime yaradı bu usûl.
O yaştaki bir çocuk ‘tek başına’ gelmiş olamazdı ya.
Bir saatlik kaybolma, kalabalık aile ortamında göze batmıyor, sıkıntı olmuyordu.
Büyüdükçe yöntemlerim değişti tabi. Annemin ‘para zulalarını’ keşfetmek, sinema salonunu süpürmek, önünde para karşılığı ‘Teksas-Tommiks’ okutmak, sinemanın çöp kutularına atılmış yırtık biletleri alıp, hassasiyetle yapıştırarak ‘cillop’ gibi biletler üretmek gibi.
Rahmetli Ahmet abinin (Uluçay) ‘Karpuz kabuğundan gemiler yapmak’ filmi abartısız benim de hikâyemdir.
Anacığımın, işlemeli güzelim örtüleriyle yaptığım karanlık ortamda, A5 parşömen kağıdından perdeye, isli camlar üzerine çizdiğim resimleri el feneriyle yansıtırken uydurduğum hikâyelerle süslediğim gösterilerle, ‘gerçek sinema bileti’ parasını çok çıkardım mahalledeki çocuklardan.
Sinema tutkununun tiyatro yazısı bu kadar oluyor. İdare edeceksiniz çaresiz.
(Tebessüm sembolü)
Tiyatro ile tanışmam, sinemaya alâkam sebebiyle oldu.
Sinema tellâllarının taşıdıkları panoda ‘Fatih’in Fedaisi Kara Murat’ afişini görür görmez damarlarım tutuşmuştu. Ertesi gün soluğu sinemada aldım.
Sinemadaki tuhaflığı hemen fark ettim.
Kadın-erkek herkes, bir dirhem bir çekirdek giyinmişti ve sinemadaki ‘tek çocuk’ bendim. Tuhaflığı sezince kendimi dışarı atmak istediysem de film, vazgeçebileceğim türden değildi.
Salona geçtim, boş bir koltuğa gömüldüm. ‘Gong’ sesiyle herkes yerini aldı.
Işıklar kapandı ve perdeler yavaşça açılırken, spotlar usulca aydınlatmaya başladı sahneyi.
O da ne? Karşımda canlı kanlı insanlar duruyordu.
Şaşkınlığım heyecana dönüştü. Acayip merak ettiğim ‘tiyatro’ ile karşı karşıyaydım.
İki perdelik ‘bir kılıbığın, sonunda kazak erkeğe dönüştüğü’ basit bir komediydi.
Sahnede canlı insan görmenin heyecanını hâlâ hissederim.
Rahmetli babam, ‘işkillendiği’ durumlarda, ‘Bu işte var bir tiyaturo’ derdi.
Bana göre tiyatrodaki ‘tiyaturo’, insanı ‘olmuşa, olana ve olacağa’ canlı canlı şahit kılmaktır.’
Bu çok mühim.
Tiyatro üzerine edebileceğim adam akıllı tek cümle de bundan ibaret.
Çünkü, ‘şahit olmanın da, şahit kılmanın da’ vebali vardır.
Anlatabildim mi?