TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Konseyi toplantısına Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan’ın katılacak olması, buzların erimeye başladığını gösteriyor.

Güzel. Çünkü bu ülke iş dünyasıyla kavga ederek değil, üretimle büyür.

Ama bunun bir şartı var:

Kimse haddini aşmayacak.

Türkiye’de siyaset milletten yetki alır.

TÜSİAD ise iş insanlarından…

Aradaki fark uçurum gibidir.

Son yıllarda TÜSİAD’ın bazı açıklamaları, bazı duruşları, kimi zaman hükümete akıl veren, kimi zaman yargıya ayar çekmeye çalışan bir “üst akıl” hevesi taşıyordu.

Sonra ne oldu?

İki başkanı bir konuşma yüzünden gözaltına alınırken gördük.

Demek ki devlet kimsenin tahakkümüne izin vermiyor — vermeyecek de.

Şimdi yeni bir dönem başlıyor gibi görünüyor.

Ne güzel.

Ama herkes şunu iyi idrak edecek:

Türkiye Cumhuriyeti’nin sahibi iş dünyası değil, millettir.

Devletin yönünü tayin edecek olan sermaye kulüpleri değil, sandıktır.

Siyasi alanın efendisi TÜSİAD olamaz.

İş dünyası üretir, istihdam sağlar, yatırım yapar…

Devlet de bunları korur, destekler, yol açar.

Ama kimse kusura bakmasın:

Siyaseti dizayn etmeye, devleti hizaya sokmaya, hükümeti terbiye etmeye kalkan hiçbir yapıya bu ülkede prim verilmez.

TÜSİAD toplantısına MB Başkanı’nın katılması bir jesttir, bir iyi niyet göstergesidir.

Bunu “siyasete dönüş bileti” sananlar büyük yanılır.

O devir çoktan kapandı.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle birlikte Türkiye, finans baronlarının ve sermaye lobilerinin “arka kapı diplomasisi”yle yönlendirildiği günleri geride bıraktı.

Kim bu çizgiyi test etmeye kalkarsa cevabı sert olur.

O yüzden yapılacak şey çok basit:

İş dünyası işine baksın.

Devlet siyasetine bakar.

Kimse birbirinin yerine göz dikmesin.

Türkiye’nin yükselişinin formülü budur.

Gerisi?

Gerisi sadece gürültü.

///////

//////////

FITCH BİLE KAÇAMADI

TÜRKİYE’DE İŞLER İYİYE GİDİYOR

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının siyasi ajandaları olduğunu bilmeyen yok.

Türkiye söz konusu olduğunda çoğu zaman gerçeklerle değil, menfaatle konuşan raporlar yazdıklarını da defalarca gördük.

Ama işte tam da bu yüzden Fitch’in son raporu çok daha anlamlı.

Çünkü bizi sevmeseler de, Türkiye’nin yükselen ekonomisini görmezden gelemediler.

“Zorunlu bir kabul” niteliğinde olumlu bir tablo çizdiler.

Fitch, Aralık ayı Küresel Ekonomik Görünüm Raporu’nda Türkiye’nin büyüme beklentilerini 2025 için yüzde 3,8’e yükseltti.

2026 için 3,5, 2027 için 4,2’lik büyüme öngörüsü yaptı.

Bu, Türkiye’nin istikrarlı bir yükseliş hattına girdiğinin dış dünyadan gelen teyidi demek.

Dahası var…

Küresel ekonominin büyüme tahminleri de yukarı çekildi. ABD’nin, Avrupa’nın, hatta İngiltere’nin beklentileri bile revize edildi.

Yani dünya yeni bir ekonomik faza girerken, Türkiye bu değişimin dışında değil; tam merkezinde.

Fitch’in raporundaki en dikkat çekici vurgu ise yapay zekâ ve teknoloji yatırımlarının büyümeyi tetiklediği yönündeki tespitler.

Türkiye de aynı dönemde savunma sanayinden yapay zekâ girişimlerine, fintech ekosisteminden yerli yazılım ihracatına kadar geniş bir yelpazede benzer bir dönüşüm yaşıyor.

Üstelik gelişmiş ülkeler 2026’ya kadar faiz indirim hazırlığı yaparken, Türkiye disiplini bozmadan, riskleri doğru yöneterek yoluna devam ediyor.

Buradaki asıl gerçek şu:

Ekonomide işler ciddiyetle, kararlılıkla, devlet aklıyla yürütülüyor.

Ve uluslararası kuruluşlar, istemeye istemeye de olsa, artık bu gerçeği notlarına geçiriyor.

Türkiye’nin güçlü finansal mimarisi, sıkı para politikası, ihracat kabiliyeti ve üretim gücü konuşuldukça; dış dünyanın da söyleyecek tek şeyi kalıyor:

“Türkiye yükseliyor.”

Ve evet…

Bugün Fitch bile bunu inkâr edemiyor.

////////////

BOL KESEDEN ASGARİ ÜCRET DAĞITMAK KOLAY

PEKİ ESNAF, KOBİ, İŞVEREN NE OLACAK?

CHP Genel Başkanı Özgür Özel yine meydanlarda yüksek perdeden konuştu ve “Asgari ücret 39 bin TL olsun” dedi.

Duyunca insan bir an seviniyor gibi oluyor… Ama sonra durup düşünüyor:

Bu ülkenin yarısı asgari ücretliyse, diğer yarısı da asgari ücretliyi çalıştıran işveren.

Peki onların hali ne olacak?

Türkiye’de 1 milyon 900 bin KOBİ var.

Bunların yüzde 97’si en fazla 10 kişi çalıştıran küçük işletmeler.

Yani Özel’in mitinglerde verdiği rakamlar, aslında cebinde hesap makinesiyle ay sonunu zor getiren bakkala, berbere, lokantacıya, tekstil atölyesine “Sen de bir zahmet dayan” demekten başka bir şey değil.

Bütçe sonsuz değil. Kasayı açıp “39 bini yapıştırdık” demekle ekonomi yönetilmiyor.

Özgür Özel’in vaatleri kulağa hoş geliyor olabilir ama bir detayı atlıyor:

Maaş yükseltilir…

Ama karşılığında iş çıkmazsa, o maaşı kim ödeyecek?

CHP’nin yaklaşımı makyajlı bir popülizmden ibaret.

Bugün 39 bin istenir, yarın 50 bin…

Hatta meydan coşarsa 60 bin…

Kolay çünkü:

Ne hesabı var, ne sorumluluğu. Ödeyecek olan kendisi değil.

Üstelik Özel’in vaat ettiği rakamla şu anda birçok işletme kapısına kilit vurur.

Neden?

• Elektrik faturası yüksek

• Kira yüksek

• Vergi yükü ağır

• Personel gideri zaten uçmuş

• Piyasa durgun

• Vadeler uzamış

• Teminatsız kredi yok

Bütün bunlara rağmen bu ülkenin küçük işletmeleri hâlâ ayakta durmaya çalışıyor.

Ama meydandan gelen tek mesaj şu:

“Ben istedim, olsun.”

Ekonomiyi sloganla yöneten ülkelerin sonu bellidir.

Türkiye bu basiretsizliği daha önce yaşadı, bedelini de ağır ödedi.

Bu ülkenin çalışanı elbette korunacak.

Alım gücü elbette yükseltilecek.

Ama bunu popülist miting sloganlarıyla değil, devlet aklıyla, üretimi güçlendirerek, işvereni batırmadan yapmak zorundasın.

Gerçek şu:

Asgari ücreti büyütmek için önce ekonomiyi büyütmen gerekir.

Ekonomiyi büyütmek için de önce işvereni yaşatman gerekir.

CHP’nin bugün meydanlarda anlattığı model, çalışanı sevindiriyormuş gibi görünen ama aslında uzun vadede herkesi fakirleştiren bir çıkmaz yoldur.

Siyasetin görevi rakam arttırmak değil;

üretimi, yatırımı, istihdamı büyütmektir.

Özetle:

Özgür Özel bol keseden vaat dağıtıyor…

Ama bu ülkenin kepengini açan, faturasını ödeyen, işçi çıkarınca vicdan azabı duyan küçük esnafın adını ağzına bile almıyor.

Liste iyi, niyet iyi…

Ama ekonomi meydanda yönetilmez..