Trump’ın, “Ortadoğu Barış Planı” adını verdiği çözüm formülü, uluslararası ilişkilere dair üç önemli mesaj içeriyor. Birincisi, hukuktan önce güç gelir. İkincisi, adil ve kalıcı barıştan önce İsrail gelir. Üçüncüsü, Birleşmiş Milletlerin kararları yalnızca zayıf devletleri bağlar.

İsrail ile ABD bir araya geldi; kafalarına göre bir çözüm planı hazırladılar ve şimdi bu planı önce Filistin’e ardından tüm dünyaya dikte etmeye çalışıyorlar. Peki, nerede Filistin temsilcileri, Birleşmiş Milletler kararları? “Biz istedik ve oldu ruhu” ile yapılan sözde barış antlaşmalarının dünyaya istikrarlı ve kalıcı bir barış getiremediği herkesin malumudur.

Meseleyi sadece Filistin’e indirgemek yeterli bir yaklaşım değildir. Tartışmaların özünde ihtilaflı meselelere nasıl bir çözüm modeli sunulduğu olmalıdır. Dolayısıyla taraflara söz hakkı tanımayan, müzakereyi dışlayıcı, diplomasiye kapalı, sadece dayatma ve oldubitti üzerine kurulu bir usulün, asla kabul edilebilecek bir yöntem olamayacağı üzerinde durmak gerekiyor. Kısaca usul esastan önce gelir düsturu, hareket noktası olarak belirlenmelidir. Ardından bu yöntemin usulen gayrimeşru ve uluslararası hukuka aykırı olduğu, dünya kamuoyunun dikkatine sunulmalıdır.

Bugün Filistin’e getirilmeye çalışılan bu usulsüz çözüm formülünün yarın başka bir ihtilaflı konu için de örnek teşkil edebileceği uyarısında bulunmak ve uluslararası ilişkilerin tüm aktörlerini bu gayrimeşru girişim karşısında bir araya getirmenin kıymetli bir diplomatik öncelik olacağına şüphe yoktur. Sonuçta 1648 yılından bu yana devam eden uluslararası sorunlara diplomasi yoluyla çözümler üretme geleneği ağır bir darbe aldı.

Gizli diplomasiyi lanetleyen, açık diplomasiyi selamlayan, çatışmadan ziyade işbirliğini önemseyen Amerikan idealizminin İsrail siyasetine kurban edildiğini öncelikle Amerikan toplumuna anlatmak gerekiyor. İsrail ile ABD arasındaki organik ve fonksiyonel ilişki, ne Ortadoğu’da ne de Doğu Akdeniz’de barışa hizmet ediyor. Gerçekçi olmak gerekirse bu siyasetin İsrail’in özlem duyduğu güvenlik arayışına da hizmet etmediği ortadadır. Bir defa şu durum iyi bilinmelidir. İsrail Devleti topraklarını genişleterek kendisini daha güvenli bir hale getiremez.

Tel Aviv Yönetimi, Doğu Akdeniz’de yakaladığı tarihi bir fırsatla bölgesel hasımları olan Rumlar, Yunanlılar ve Araplarla ilişkilerini iyileştirme imkânı buldu.  Fakat Filistin’e karşı başlattığı bu çözüm dayatması yüzünden Doğu Akdeniz’de yakaladığı tarihi fırsatı yeniden kaybedebilir ve Ortadoğu’nun istenmeyeni statüsüne tekrardan dönüş yapabilir. Çünkü İsrail hem Ortadoğu’yu hem de Doğu Akdeniz’i tek başına tanzim edebilecek bir güce sahip değildir.

Ayrıca ifade etmek gerekir ki İsrail ve ABD’nin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de yürüttükleri bencil siyaset bölge ülkeleri kadar Avrupa ülkelerine de zarar vermektedir. Avrupa Birliği gibi muazzam bir proje, söz konusu bu iki devletin yanlış ve bağnaz politikalarının bir sonucu olarak ciddi zarar gördü. Günümüzde AB ülkelerini kaygılandıran sorunların kökenine inildiğinde bu durum apaçık bir şekilde görülmektedir.

İsrail ve ABD’nin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de bölgenin sosyolojisiyle uyuşmayan telafisi güç veya imkânsız çözüm denemelerine karşı AB ülkeleriyle birlikte hareket etmek önemlidir. Bu bağlamda Ortadoğu Barış Planını sadece Kudüs merkezli ele almak sorunu dar bir çerçeveye sıkıştırabilir. Zira ortada tüm insanlığın onurunu ve uluslararası ilişkiler birikimini hedef alan usulsüz bir girişim vardır.