Yüce Rabbimiz ve biz…

O bizi yoktan yarattı ve insan olarak donattı…

Nimetler verdi, âlemi emrimize amade kıldı…

Biz O’na kul olacağız. O’nun rızasını arayacağız. O’ndan başkasına tapmayacak ve rağbet de etmeyeceğiz.

Durum bu aslında. Ama ya halimiz?

***

İnsanlık hüsran içerisindeydi bir ara. O’nu unutmuş ve elleriyle yonttuğu putlara tapar hale gelmişti. Ne acı değil mi?

İşte böyle bir zamanda “oku” emri gelmişti Allah Rasûl’üne… O, putları yıkacak, gönüllere Allah aşkı ve muhabbetini sunacaktı.

Bu da ancak ilim ve hikmetle ortaya çıkacaktı ki, ilmin en başı zaten O yaratıcıyı bilmekti. Okurken O’nun adıyla okumalıydı. O’nu anmalı ve kâinatın O’nun olduğunu bilerek okumalıydı. İşte buydu en önemli hakikat! Yoksa neye yarardı okumak?

İlk ayetler hep bunun üzerineydi. İnsanı tefekküre davet ediyordu. Onu kendine tanıtıyor ve ona Rabbini hatırlatıyordu.

O halde bakalım bu yüce hakikatlere… O ilk ayetlere… Hira’dan doğan nûra… Alâk sûresinin ilk beş ayetine… Bildiğiniz üzere Kadir Gecesinde inmişti onlar.

Buradaki emir, vahyedilen şeyleri okuma anlamındadır. Yani Ey Muhammed! Sana vahyedilen Kur’an’ı Rabbinin adını anarak, “Bismillâh” diyerek ve O’nun yardımını dileyerek oku, demektir.

Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerîm, işte bu emir ile inmeye başladı. Bu emir, ilk inen vahiy olarak hem yaratıcı bir mahiyette Rasûlullah’ı (sav) önceden okumazken okur yapmış, hem öğretici bir şekilde nazmıyla okunanı belirtmeye başlamış, hem de manâsıyla ilk vazîfenin böyle yaratıp terbiye eden Allah’ı tanımak ve O’nun ismiyle okumaya başlamak olduğunu bir yükümlülük getirmek sûretiyle anlatmıştır.

Âyette şöyle denmiş oluyor: Gerçi bu zamana kadar okumadın. (29 Ankebût 48. ile 42 Şûrâ 52. âyetler, onun ümmîliğini ifade ediyor.) Fakat işte her şeyi yaratan ve seni yetiştiren, sana ve her işine sahip olan Rabbin, seni kudretiyle şu anda okuyan bir insan yaptı, sana okunacak bir kitap olan Kur’an’ı indirmeye başladı. İşte böylece Rabbinin ismiyle başlayarak oku! (Yazır, a.g.e., IX, 323.)

Sana gelen vahyi Rabbinin adıyla anlat! İnsanlara öğret, yani tebliğ et! (Bkz. Komisyon (Şener, Abdulkadir – Sofuoğlu, M. Cemal – Yıldırım, Mustafa), Yüce Kur’an,  TDV Yay., İzmir, 2009, s. 597)

Kur’an okunacağında Allah’a sığınmayı (Eûzü Besmele’yi) bize yine Kur’an’ın bir başka âyeti emrediyor. (16 Nahl 98.)

“O, insanı bir “alâk” tan yarattı.”

“Alâk” kelimesi bağlamında insanın yaratılışı

Kâinattaki her şeyi yaratanın Allah (cc) olduğu belirtildikten sonra, insanın ne gibi hakîr (değersiz) bir başlangıçla yaratıldığı, işte bu âyetle ifade ediliyor. (el-Mevdûdî, a.g.e., VII, 179.) Böylece Allah’ın, insanı yaratmasındaki kudret ve hikmetine dikkat çekilmiş oluyor.

Alâk, çok anlamlı şaşırtıcı bir kelimedir. “Aleka”nın çoğuludur. Sözlükte aslında yapışıp ilişmek manâsına gelir. Yapışma, asılı olma, sevgi, alâka, su taşıyan kişinin kovalarını iki ucunda taşıdığı ağaç ve bunun her ucuna asılan ip, pıhtılaşmış kan, suda bulunan, sülük denilen kan emici kurtçuk vs. gibi anlamları vardır. (el-Cevherî, a.g.e., IV, 1529; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, X, 261 vd.) Bu kadar geniş anlamlı, kapsamlı bir kelime olduğu için “alâk” kelimesini mealde çevirmeden kullanmış olduk.

Tefsir ve tercümelerde “alâk” kelimesinin genelde “kan pıhtısı” olarak çevrildiğini görürüz. Oysa kan pıhtısı anlamı, kelimenin asıl manâsı değildir. Kelimenin onun dışında daha pek çok anlamı vardır. “Alâk” kelimesiyle;

1-Menî sıvısı içinde yüzen spermlere,

2-Menînin yapışkanlığına,

3-Sperm ile döllenen yumurtanın bölünüp üreyerek, bir hafta içerisinde fallop borusundan inip rahmin duvarına asılması durumuna (morula aşamasına),

4-Morula aşamasından sonra ceninin aldığı biçime işaret edilmiş olabilir. (Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Nşr., b.y.y., tsz., XI, 6-7.)

Burada şayet kan pıhtısı anlamı kastedilmişse, aşılanan yumurtanın bölünmesi sûretiyle meydana gelen hücrelerin verdiği kırmızı görünüşe işaret edilmiş olur. Kelimedeki ilgi, sevgi anlamı da göz önünde bulundurulursa insanın, Allah’ın sevgi ve şefkatiyle yaratıldığı, onun hamuruna tabiri caizse sevgi ve şefkat konulduğu anlaşılır. (Ateş, a.g.e., XI, 7.) “Alâk” kelimesini “embriyo” olarak çevirmek de mümkündür.

Demek ki embriyo hali, insanın anne karnındaki yaratılış safhalarından biridir. Bundan sonra et şeklini alıp cenîne dönüşene dek diğer aşamalardan geçen varlık, nihayet insan olarak son şekline kavuşacaktır.

Kur’an’ın Hac Sûresi’nde, öldükten sonra dirilişi inkâr edenlere karşı insanın yaratılış aşamaları, insanın âcizliğini ortaya koymak amacıyla şöyle anlatılır:

“Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden (spermden), sonra alekadan (aşılanmış yumurta / embriyodan) sonra (uzuvları) belli belirsiz canlı bir et parçasından (organları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki, size (ne olduğunuzu) açıklamış olalım. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz. Sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız…” (22 Hac 5.)

3- “Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.”

4- “O, kalemle yazmayı öğretendir.”

5- “İnsana bilmediklerini de O öğretmiştir.”

Basit bir menîden yaratılan insana Allah (c.c.), ilim vererek onu mahlûkatın en yüksek mertebesine çıkarmıştır ki bu, Allah’ın en büyük lütfudur. Sadece ilim değil, kalem kullanmayı da öğreterek, sahip olduğu ilmi büyük çapta yaymasını, bu yolla ilerlemesini ve öğrendiklerini sonraki nesiller için muhafaza etmesini de sağlamıştır. Aksi takdirde ilerleme, okumanın devamlılığı ve ilmin kalıcılığı gerçekleşemezdi.

Bu âyetlere göre insan, aslında bilgisiz bir varlıktı. Ancak Allah’ın (c.c.) ihsânı sayesinde o, ilim sahibi oldu. Âyetü’l-Kürsî’deki “O’nun ilminden ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey elde edemezler,” (2 Bakara 255.ifadesi bunu gösterir.) (Tefhîm, VII, 180.)

Alâk Sûresi’nin vermiş olduğu mesajlar

Biz burada ilk beş ayeti dile getirdik ama bu Sûre-i Celilenin genel mesajına da bakalım isterseniz.

1- Alâk Sûresi; İslâm’ın ilk emri okumanın, öğrenip öğretmenin yani ilim tahsilinin gereğini ve üstünlüğünü ortaya koyar. Allah’tan (cc) hakkıyla ancak ilim sahibi kimselerin saygıyla birlikte korktukları gerçeği de zaten yine Kur’an’ın ifadesidir. (35 Fâtır 28.)

Rasûlullah (s.a.v.) de ilim tahsilinin her Müslüman için gerekli olduğunu ifade etmiştir. (İbn Mâce, mukaddime 17.)

2- İnsan, basit bir şekilde aşılanmış bir yumurtadan yaratılmış olduğu halde, çoğu zaman bunu unutmakta ve yaratıcısına karşı nankör bir tavır takınmaktadır.

Allah Teâlâ cömerttir, kerem ve ihsan sahiplerinin en üstünüdür. Her şeyi yaratan, sahip olduğu şeyleri kullara bahşeden O’dur. İnsana bilmediklerini öğreten ve öğrendiklerini saklayıp sonraki nesillere aktarması amacıyla kalem kullanmayı lütfeden de O’dur.

Allah, kendi yolunda olan kimseleri koruyup gözetir. O’na, peygamberine, kitabına ya da dînin simgelerinden birine (meselâ, Fîl sûresinde geçtiği üzere Kâbe’ye) saldıran kimseler, cezalarını gerektiği şekilde mutlaka bulurlar. Cehennem, tam onlara göredir. Rasûlullah’a (a.s.) sıkıntı veren Ebû Cehil dünyada da cezasını çekmiş, Bedir savaşında öldürülmüştür.İnsan, zengin olup biraz konfor gördüğünde azabilmekte, yolunu şaşırarak Allah’a ve O’nun dînini yaşamaya çalışanlara sataşıp hakaret edebilmektedir. Oysa gerçek değer, mal ve mevkî ile değil, takvâ (Allah’a saygı ile boyun eğip O’nun büyüklüğünden çekinme) iledir. Allah, temiz kalpli salih amel sahibi kimselere değer verir.Kibirli, îmansız zenginlere aldırış etmemeli, Allah’a ibadet ve secde ile huzur bulmalıdır.Alâk Sûresi, başlangıcında ilmi, sonunda da Allah’a secde etmeyi ve kulluğu emretmekle, ilim-amel bütünlüğüne işaret etmiş olmaktadır. Yani bilgi, kişiyi bildiği ile amel etmeye, onu hayata geçirmeye teşvik etmelidir. (Dereli, Muhammed Vehbi; Kısa Sûrelerin Meâl ve Tefsîri, Konya, 2016)