Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde “Büyük İstanbul Tarihi Eseri Tanıtım Programı”nda yaptığı konuşma Gezi Parkı hadisesini yeniden gündeme taşıdı.

Gezi Parkı’nın olduğu yere bu mevkiinin gerçek sahibi; Topçu Kışlası inşa edilecek, Maksem’in olduğu yere bir selatin camii yapılacak ve AKM yerine de dev bir opera binası dikilecek. Plan ve projeler bu 3 farklı grup üzerine kurulmuş.

Cami, Topçu Kışlası ve opera binası gibi birbirinden tamamen bağımsız alanlarda projeler üretilmesi hem siyasi strateji açısından hem de toplum psikolojisi açısından ustaca işlenmiş ve üzerinde düşünülmüş bir hamle.

Anlatılmak istenen şu: Taksim’in ortasına cami dikerek bizim Müslüman bir toplum olduğumuz ve merkezimizde İslam’ın olduğu hissettirilecek. AK Parti ve muhafazakâr kesimin takdirini toplayacak bir proje olacak bu. Unutmamak gerekir ki; bir toplumun en değerlileri en merkezde olur.

İkincisi; Topçu Kışlası’nın, eski yerine yani Gezi Parkı’nın olduğu yere inşa edilmesi ile iki farklı kazanç elde edilecek. Hem Gezi Parkı gibi pislikten geçilmeyen ve her türlü fuhşiyata mekân olanağı sağlayan bir yer yok edilmiş olacak hem de Topçu Kışlası’nın yeniden inşasıyla “Osmanlı Ruhu” canlandırılmak istenecek. Bu da tarih kültürü bakımından koz olarak kullanılacak ikinci bir durum.

Üçüncüsü ise; dev bir opera binasının Taksim meydanına dikilmesiyle ‘’ Ak Parti kendi yaşam tarzını dayatıyor’’ iddialarının prim bulmasına izin verilmeyecek. Çağdaş ve modern toplumun alâmeti sayılan opera safsatasıyla da hem bizim ‘’Beyaz Türkler’’in hem de Avrupa’nın Türkiye karşıtı diyaloglarına malzeme verilmesi engellenecek.

Topçu Kışlası ile tarihi, selatin camii ile İslami ve opera binası ile de çağdaş ve modern kültür yatırımlarında bulunması; her kesimin talip olduğu ve özellikle muhalefet partilerinin ağızlarından düşürmediği “çoğulcu demokrasi” tanımına tam tamına uyacaktır.

Taksim’e giden bir Türkiye vatandaşının; eğer İslami bir kimliği varsa namaz kılabileceği, eğer çağdaş ve modern takılıyorsa operaya gidebileceği veya Topçu Kışlası gibi tarihi kültürel Gezi yapabileceği bir olanağı sunmak tabii ki her demokratik devletin vatandaşlarına sunması gereken bir yükümlülüktür.

Ne olmayacak peki Taksim’de?

Gezi Parkı olmayacak. LGBT merkezi gibi çalışan ve orayı kendilerine mekân edinmiş sapkın insanlar olmayacak. Müslümanlar’ın da Taksim’e gitmek için bir sebep bulduğu mekânlar kurulacak. Sadece komünistlerin, solcuların veya Kemalistler’in mekânı değil; bütün vatandaşların gitmek için bir sebep bulduğu bir mekân olacak artık Taksim. Tabii bu durum LGBT hakları savunucuları; CHP ve HDP için namus meselesi sayıldığı için, bu partinin milletvekillerini boyunlarında rengârenk bayraklarla birlikte “yeniden” Taksim meydanlarında görme ihtimalimiz bir hayli yüksek. Fakat bunlara verilecek prim 2013’teki kadar ciddi olmayacak sanırım.

Yeni bir Gezi olayı patlak verir mi bilinmez ama “Alabora” olmuşların yurt dışına kaçtığı bir Gezi Parkı hadisesinden sonra böyle bir ihtimal zor gözüküyor. Gezi’ye katılan veya katılmayan herkesin “Gezi amacından sapmıştı” dediği bir hadisenin tazelenmesi, küflenmiş peynirin taze diye sofraya konulmasına benzer. Lakin o peyniri bir daha kimse “yemez.”