Dünya, Gazze’deki insanlık dramının utancıyla 2024’e girdi. Vicdan körlüğü ile eğlenenler, katliamı görmezden gelerek kendi bencilliklerinin anaforunda bir yılbaşını daha kutladılar. Ama insan olmanın sorumluluğunu taşıyanlar, sessizliği ihanet bilerek işgale tepki koymaya devam etti. Zira Gazze’de çocuklar ölmeye devam ederken eyleme tutunmayan hiçbir niyet, iyi dileklerle kotarılamazdı.
Bu bilinçle İstanbul, yeni yılın ilk gününde yüz binlerce vicdanı bir araya getirdi. Sabah ezanına karışan duaları izleyen binlerce adım Filistin için yürüyüşe geçti. Kronik Arap düşmanlığı ile sahte gündemlere sahne olan yılın son günleri, menfaatin coşturduğu kindarlığı bir kez daha gün yüzüne çıkarmıştı. Ancak sahte olan her kalkışma sönmeye mahkûmdur ve öyle de oldu. Akan masum kanının hakikati karşısında hangi menfaat ve kibir galip gelebilir ki?
GAZZE: VİCDANIN ORTAK COĞRAFYASI
Hz. Âdem’in oğulları ve kızları, başka topraklara dağılsa da mesele masumlar olunca vicdan devletinde hepsi bir araya geliyor.
İskoçya tribünlerinde dalga dalga “Filistin yalnız değildir” sloganları ve bayrakları yükselirken İrlanda Parlamentosu’nda insanlık namına canhıraş Gazze’nin hesabını soran dili ecnebi ama vicdanı tanıdık sözcüleri gördük. On binlerce hayranından konserlerinde Gazze için söz alan Roger Waters ve Macklemore’un duruşunu izlerken hepsinin cesareti, insanlık onuru adına umudu tazeledi. Ama kindarların kendi ülkemdeki hadsiz ve haysiyetsiz nobranlığını gördükçe hayıflandım. Gerçi saman alevi olmaktan öteye gidemediler, gidemezler. Sadece Gazze’deki canlar duyar da incinirler endişesiydi bu bendeki.
Geçen gün Che Guevara’nın kızı Dr. Aleida Guevara’yı ekranda gördüm; yüzünde mahcup bir telaşın izleriyle Gazze’den özür diliyordu. Yanlarında olamadığı, fiziken uzak kaldığı için duyduğu hayıflanmayı dile getirirken soylu bir çaresizlikle konuşuyordu. Samimiyetine imrendim. Aleida bir doktordu; Havana’da, Ekvador’da ve Nikaragua’da çocuklar için hekimlik yaptı. Şimdi Gazze’deki çocuklara yardım edememenin ıstırabı sesinden bana geçiyordu.
“Ya vatan ya ölüm!” sözleriyle tamamladığı konuşmasında çok esaslı da bir hesap soruyordu:
“Arap dünyasının halkları, neyi bekliyorsunuz? Biz çok uzaklardayız ama siz oradasınız. Şimdi Gazze’ye ve Filistin’e yapılanlar, yarın kime yapılacak? Eğer İsrail’in istediğini yapmasına izin verirseniz bunun sonu nereye gidecek? Nerede duracaklar? Bunu gerçekten hiç düşündünüz mü?”
Aleida sözünü eğip bükmeden adalet namına sorgusuna devam etti:
“Tüm halklar olarak birleşmek zorundasınız. Kendi kanınızı, kendi kültürünüzü, kendi yaşamınızı savunmalısınız. Bunu asla unutamazsınız, asla!”
Çok haklıydı.
ALIŞMAK DENEN İHANET
Filistin’de çocuk işine dönen bir ölüm var. Çocuklara ne yakışmaz diye sorulsa cevapların tamamına yakını “ölüm” olacaktır hiç kuşkusuz. Bize filmlerde bile çocuk ölüsü gösterilmezdi. Biz şimdi günde kaç çocuğun ölüsüne şahit oluyoruz? Sedyede, yerde ya da babasının elindeki canı uçmuş kül rengi yüzlerine ya da kan ve korkunun çerçevelediği o gözlere baka baka biz, neye dönüşüyoruz? Buna alışmak mümkün mü?
Bakmayınca, görmeyince üzülmekten yana payımız azalır mı? Yüzüne bakınca şefkatimizin kabardığı çocuklarımızla masumiyet bakımından ne farkı var o Gazzeli çocukların? Kimse coğrafyayı kadere bağlamasın. Şarkısı bile var “Kader diyemezsin, sen kendin ettin!” O çocuklardan hepimiz sorumluyuz.
Bir çocuğun bu dünyadan vahşice koparılışına alışmak, dünyaya ihanet olarak yeter.
Ve elbette “göklerden gelen bir karar” olacaktır.
Hüzün ile ümit anaforunda, dua ile çaba arasında geçirdiğimiz bu günler, dünya üzerinde hakkımızda sorulacak o en son sorunun cevabını belirleyecek: “Mevtayı nasıl bilirdiniz?”
Nasıl bilsinler sizce?