Son iki yıldır hayatımızı altüst eden Kovid-19’u tüm dünyaya yayan Çin, sadece virüsle değil aynı zamanda ekonomik varlığıyla da A’dan Z’ye bütün ülkelere girmiş durumda. Son 40 yılda üretim temelli bir strateji izleyen Pekin yönetimi, en ücra Afrika ülkelerinden, en güçlü Avrupa ülkelerine kadar ekonomik ve ticari varlığa sahip. Ürün satıyor, fabrika açıyor, çevre ve sağlık alanlarında ihalelere giriyor, lojistik sektöründen elektronik haberleşmeye kadar birçok alanda bu ülkelerin ekonomilerinde güçlü bir aktör durumunda. Çin’in temel stratejisi; küresel hiçbir siyasi krize dahil olmadan, ekonomik büyümeyi sağlamak ve dünyanın en zengin ülkesi olmak.  ABD için bugün en temel sorun da işte bu. Resmi bütün rakamlar, Washington yönetiminin korkularında hiç de haksız olmadığını ortaya koyuyor. Rakamlar, böyle giderse önümüzdeki on yıllar boyunca Çin’in dünya ekonomisinin lideri olacağını gösteriyor.

Çin’in 2020 yılı Yurtdışına Doğrudan Yatırım Raporu (China's outward foreign direct investment) (FDI) Çin’in yurtdışı yatırımlarında ilk kez dünyanın bütün ülkelerinin önüne geçtiğini açıkladı. Çin 2020’de bir önceki yıla göre yurtdışı yatırımlarını yüzde 12,3 artırarak 153,7 milyar dolara çıkarmış durumda. Son yıllardaki yatırımlarının hacmi ise 2,8 trilyon dolar. Sadece Orta Avrupa ülkelerinde son 20 yıldaki yatırım miktarı 150 milyar dolara yaklaşıyor.

 Bu durumdan ABD kadar AB de rahatsız. Bu korku sebebiyle önceki Amerikan yönetimlerinin aksine Biden ve ekibi yeni bir strateji benimsemiş durumda. Artık kriz bölgelerine milyarlarca dolar beyhude para harcamak yerine bütün dünya ile iyi ilişkiler kurup ekonomik pazarlar oluşturmayı hedefliyorlar. Bu stratejinin işaretini Joe Biden 76. BM Genel Kurulu konuşmasında verdi. Biden’a kulak verelim: “Yeni yönetimimin dünyayı bütün insanlar için daha barışçıl ve müreffeh bir geleceğe taşıma taahhüdünü sizinle paylaşmak için buradayım. Geçmişin savaşlarını devam ettirmek yerine kaynaklarımızı ortak geleceğimizi kilitleyen zorluklara adamaya odaklanıyoruz: Salgının sona erdirilmesi sağlamak, iklim krizine yoğunlaşmak, küresel güç dinamiklerindeki değişimleri yönetmek; ticaret, siber ve gelişen teknolojiler gibi hayati konularda dünyanın kurallarını şekillendirmek ve bugün olduğu gibi terör tehdidine karşı durmak.” Yeni Amerikan yönetimi bu yeni strateji için kriz bölgelerinde siyasi çözümde ısrarcı olacak. En son seçenek askeri destek sağlamak. Biden yönetimi yeni stratejisini Ukrayna ile Rusya arasındaki krizde test ediyor. Bir yandan havuç diğer yandan sopa gösteriyor.

Çin’in hızlı yükselişi bugün itibariyle siyasi bir etkiye sahip olmasa da ülke ekonomilerine bu kadar nüfuz eden bir gücün gelecekte nasıl davranacağı herhalde kimseye sır değil. Bu durum batı ülkelerini ittifaka zorluyor. Ya topyekûn mücadele edecekler ya da torunları Çinli komşularıyla yeni bir gelecek kuracak.

Burada şu hatırlatmayı da yapmak lazım. Biden yönetimi Çin’in yükselişine karşı yürüttüğü bu yeni stratejide daha önceki yönetimlerin yaptığı hatayı tekrarlamamalıdır. Washington, Türkiye’yi karşısına değil, yanına almalıdır. Zira Türkiye son yıllarda attığı adımlarla bölgesinin en hızlı büyüyen ülkesi ve genç nüfusuyla küresel ekonomik hayatın en etkili aktörü durumundadır. Üretim ve sanayi temelli Türk ekonomisi de Batı için çözümün anahtarıdır.

Bugün Arap dünyasındaki Çin varlığını yazacaktım. Artık o konu haftaya kaldı.