Beklemek...
Hayatın en sık tekrarlanan ama en az dile getirilen eylemi olabilir. Otobüs beklemek, mesaj beklemek, maaş beklemek, aşkı beklemek, doğru zamanı beklemek… Listeyi uzatmak kolay, çünkü her birimizin hayatı beklemelerle çevrili. Ancak ne ilginçtir ki, bu kadar merkezi bir eylem olmasına rağmen beklemek çoğu zaman konuşmaya değmez sayılır. Sanki bir şey yapmamakmış gibi… Sanki edilgen, sanki boş bir zaman dilimiymiş gibi.
Ama tam da burada bir yanılgı başlıyor. Çünkü aslında beklemek, hayatın kendisine açılan bir penceredir. Zamanın içinde sabitlenmiş gibi görünen o anlar, çoğu zaman insanın iç dünyasına dair en sahici şeyleri ortaya çıkarır. Beklerken düşünen, beklerken hayal kuran, beklerken kendini sorgulayan ve hatta tanıyan bir varlıktır insan.
Toplum olarak aceleciliğe neredeyse taparcasına bağlıyız. Hızlı kargo, hızlı yemek, hızlı internet, hızlı flört… Hızlı yaşayıp hızlı unutmayı marifet sanıyoruz. Hızın, başarıyla eş tutulduğu bir çağda yavaşlamak neredeyse suç gibi algılanıyor. Ama bazı şeyler zaman ister. Ve sadece zamanla olur.
Dostluk mesela... Güven, sabır, emek ister.
İyi bir domates çorbası gibi yani — aceleye gelirse ne tadı kalır ne anlamı.
Modern çağ, beklemeye sabrı olmayanların çağı. Bildirimler gecikince sinirleniyoruz, trafikte iki ışık geçince tahammülümüz kalmıyor. Beklemekten korkar hâle geldik. Oysa belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, bir duraksama. İçimize dönmek için, neyi neden istediğimizi anlamak için, biraz yavaşlamak.
Beklemek, çoğu zaman hareketsizlik değil, hazırlıktır.
Koşmadan önce dizlerini bükersin ya, işte o an da bir bekleyiştir.
Vücudun hareketsiz görünür ama içinde bir enerji toplanıyordur.
Ve koşu ancak o içsel toparlanmanın ardından başlar.
Yani beklemek bazen, dışarıdan görünmeyen ama içeride çok şeyin şekillendiği bir geçiş anıdır.
Bir düşün: şu anda neyi bekliyorsun?
Bir mesaj mı? Bir iş fırsatı mı? Bir ilham anı mı?
Belki bir barışma, belki bir açıklama, belki sadece biraz huzur…
Her neyi bekliyorsan, o bekleyiş aslında seni biçimlendiriyor olabilir.
O “boş” sandığın an, seninle ilgili en dolu an olabilir.
Çünkü hayat sadece olup bitenlerden ibaret değil.
Bazen hiçbir şey olmuyormuş gibi görünen o sessizlikte, içimizde çok şey oluyor.
Ve belki de mesele, zamanın içinde durmak değil.
Zamanın içinde dururken kim olduğumuzu fark etmek.
Çünkü gerçek dönüşüm, bazen koşarken değil; beklerken gelir.