Ne var ki, çok ciddi konular, hayatî başlıklar çok sık polemik konusu oluyor bu ülkede. Reyting tezgâhında harcanıyor hakikatin duruluğu. Kavga üslubu içinde harcanıyor Kur’ân’ın izzeti, Peygamberimizin âli şahsiyeti.

Nisa Suresi’nin 34. ayetinin ince mesajını polemikçilerin uğursuz uğultusuna kurban veremezdim. Kur’ân’ın onarıcı üslubunu dikkate almadan yapılan, birbirini taklit ederek çoğalan üstünkörü meallerin insafına bırakamazdım ayetin derin zarafetini.

Gerçi, Erem (Şentürk) beni uyarmıştı. “Abi, köşe yazısında tefsire girmeyelim, baş edemiyoruz.” “Ama” demiştim ben de, “Bu tefsir yapmak değil, Söz’ün inceliğine vicdan borcumuz, Allah’ın muradını önceleme sorumluluğumuz. Yanlış anlaşılan, ısrarla yanlış anlatılan ayeti anlama borcumuz.” “Hem zaten müfessir de değilim” demiştim Erem’e. “Müfessir” diye anılmak hakkım değil. Profesyonel değilim. Acemiyim. Amatörüm.

Amatör olmaktan memnunum. Çünkü benim bildiğim, Kur’ân amatörlere hitap eder. “Ey insan!” diye başlar söze. Ki insan amatördür, düşe kalka yürür. “Ey Âdemoğulları…” diye seslenir Kur’ân. Ki Âdem[as] “Biz hata ettik, bizi bağışla, bize merhamet et!” diyendir, aldananların ilkidir, acemidir. Unutup hatırlayandır; hatasız değil, hatasından dönendir. “Ey iman ediyor olanlar…” diye de hitap eder Kur’ân. Ki iman ediyor olmak, hep öğrendiğimiz, hep unutup hatırladığımız, hep yeniden başladığımız bir eylemdir. İman etmek, amatör heyecanıyla olur; profesyonel mümin değiliz hiçbirimiz. İman etmek ustaca kotarılmış ve tamamlanmış bir iş değildir; hep yeniden başlamaktır, hep acemi, hep şaşkın kalmaktır.

Geçen hafta Nisa 34. ayetinin yorumuna dair yazımın eleştirilerini okudum. İçim acıdı. “Eleştiri” diyorsam, lafın gelişi. Eleştiri, ciddi bir iştir. Eleştirilmek, ciddiye alınmaktır. Eleştirilmeye değer görülmek onurdur. Çünkü eleştiri, yanlışı düzeltmek içindir. Eleştiren eksiği tamamlamayı hedefler. İnsana acemi olduğunu hatırlatır eleştirenler, yanılabilir olduğunu unutturmamak ister. Gelin görün ki, okuduklarımın önemli bir kısmı “eleştiri” değildi. Düzeltmeyi değil, yok etmeyi amaçlıyordu. Düşeni ayağa kaldırmak istiyor değil, hepten yıkmak istiyordu. Hakaretti, aşağılamaktı. Yine de “eleştiri acemiliği” derdim bunlara ve geçerdim. Hakaret eden, hakaret edebilir. Sineye çekeriz; kayda değer görmeyiz.

Ama insanın insanlığına hakaret affedilmez bir hatadır. Açık ihanettir. Yazdıklarımı sözüm ona eleştirenlerin gerekçesi aşağı yukarı şu merkezde: “Kendi aklına göre anlıyorsun ayetleri…” İnanın ki, aldığım sövgülerden daha çok üzdü bu beni. Çünkü bu Kur’ân’la ilişkimizin içler acısı halinin itirafı… Demek, ayeti aklımla anlamayacağım. Demek, ayeti aklıma vurmayacağım. Demek, aklımı ayeti anlamakta kullanmayacağım. Ben bu aklı Kur’ân’ı anlamakta kullanmayacağım da, nerede kullanacağım? Yoksa, aklım mı Kur’ân’ı anlamaya yorulmayacak kadar değerli? Yoksa, Kur’ân mı, anlamak için akıl yorulmayacak kadar kıymetsiz?

Diyorlar ki bir de: “Senden önce gelenler senin anladığını anlamamış da, sana mı kalmış böyle anlamak?” Âh be kardeşim, bari bunu söylemeseydin. Ayeti anlayanların ilkini hatırlatırım sana. En iyi anlayanını hem de. Peygamberimizi. Vahyin ilk muhatabını. O, o ayeti “kadınları dövün!” diye mi anlamış? O değil miydi, “Gündüz dövdüğünüz kadınla gece aynı yatakta nasıl yatıyorsunuz!” diye isyan eden?

Polemikçileri bilmem ama ben sessiz bir Kur’ân talebesi olmayı tercih ediyorum. Aklımı Kur’ân’ı anlamakta kullanıyorum. Acemi olduğumu biliyorum. Amatör olduğumu bile bile yürüyorum. Akıllarınızı ceplerinize koyduğunuz profesyonelleriniz, “ben varken, size mi düştü Kur’ân’ı anlamak!” diye azarlıyor sizi. Kur’ân, doğrudan size hitap ederken, siz nasıl oluyor da araya sözüm ona “profesyoneller”i koyuyorsunuz? Nasıl bu perdelemeyi kabul ediyorsunuz? Sanki siz insan değilmişsiniz gibi. Sanki siz aziz insan Âdem’in[as] oğlu/kızı değilmişsiniz gibi. Sanki siz âlemlerin Rabbinin doğrudan muhatap almaya değer gördüğü, iman etme çabası içindeki akıl sahipleri değilmişsiniz gibi…

Kabiliyetleri kendilerinden menkullerin sizi koydukları yere siz razı olmuş olabilirsiniz. Ama ben razı değilim. Sizi koydukları yerde kalmanıza da razı değilim…