İslam yaşam dinidir, hayata, insanlara ve mekânlara karışılarak teamül edilir.

Homojendir, ancak bir o kadar da heterojen nitelik taşır.

Dini yaşayış biçimimiz, belli kaideler çerçevesinde, parmak izi gibi kişiye özeldir. Çoğu zaman Allah ile kul arasında gizli bir ilişkidir.

Ancak ne zaman Allah ile kul arasında kalmaz ifşa edilirse işte o zaman “sanane” den çıkıp “banane” ye dönüşüyor. Dinin, yapılan ibadetlerin giderek magazinleştirilmesi buna emsaldir.

Kutsal mekânlara yapılan ziyaretler günümüzde “İnanç turizmi” tamlamasına maruz bırakıldı. Haliyle turist/ turizm denilince akla gezmek, eğlenmek, yemek içmek, e bir de mümkünse en afilisinden fotoğraf çektirmek geliyor.

Nitekim bu bilinçaltımıza iyi yerleşmiş olacak ki eşimizle ve dostumuzla helalleşerek kısaca “dünyalığı” arkamızda bırakarak gittiğimiz “Allah ile baş başa” kaldığımız kutsal topraklar, edata görüntüleme/ fotoğraf çekme mekânlarına dönüştü.

İyimser olursak, kutsal mekân ve ibadet paylaşımları bir kesim için özendirici olabilir.

Gerçekçi olursak, ibadetlerin maksadı, içe yönelmek ve muhasebe etmektir. Bu da az dünya işiyle meşgul olmak, zamanın büyük çoğunluğunu ibadetle geçirmekle mümkün olur.

Yani kutsal topraklar mesainin çoğunluğunu, “Kâbe’nin neresinde dursam, hangi açıyla fotoğraf çektirirsem güzel çıkarım?” diye telakki edeceğin bir tatil mekânı değil.

Bir diğer husus, Müslümanların yaşam tarzlarıyla giderek daha “batılı” gibi hareket etmeleri. “Romantik İslamcılık” son yıllarda buna eklendi. Bknz: Cami içinde çekilen gelin damat fotoğrafları. Cemil Meriç’in “Batı’dan gelen hiçbir ‘izm’ masum değildir” demesi boşuna değil.

Çok boyutlu olan bu meselenin özünde, dini kendi bağlamından koparma bir yana İslam’ın farklı kültürlerle yaşama problematiğini beraberinde getiriyor. Tanzimat’tan itibaren yaşanan batılılaşmanın en gerçek alegorisi geçen günlerde karşımıza çıktı.

Evlilik teklifi biçimi, tıpkı hep yaptığımız, doğum günü, anneler günü, sevgililer günü gibi batılılaşmanın bir ürünü. Doğu-Batı sentezinden kimseye zarar gelir mi? bilinmez ama Batı öznesini alıp doğu zemine oturtmaya çalışınca işte böyle özenti kokan, arada kalmışlık, sıkışmışlığın temsili görüntüler ortaya çıkıyor.

Epeydir süregelen “İslam ile İslamsızlaşmanın” sosyal ve kültürel ayağı mühim. Sık sık “Batı bizi dize getiremez, diz çöktüremez” diyoruz. Haddizatında görünen o ki biz çoktan İslam’a mugayir diz çökmüşüz de haberimiz yok!

ANLAMADIK…

Kâbe de evlilikte “kutsal” buna bir itirazımız yok.

Hadi bir “an” boşluğuna geldi, cahillik ettin Kâbe’de evlenme teklifi yaptın anladık.

Yalnızca rabbine diz çökmen gereken bir ortamda…

Gaflet ve hatta hıyanete düşerek, bir film karesinde olduğu gibi bilmem kaç karatlık yüzüğü uzattın ve diz çöktün onu da anladık.

Romantizmin dibindesin, bir “an” oranın neresi olduğunu unuttun yaptın böyle bir hata.

Anladık da bunu sanki çok matah bir şeymiş gibi paylaşmanı, afişe etmeni anlamadık.

Ne diyelim, inşallah bu hudutsuzluk ifrat ve tefritten hareketle gelişen tepkiler caydırıcı olur.

Hamiş:  Bazı “an”lar gerçekten “Allah ile kul arasında” kalmalı…