Cildimiz, saçımız, göz altlarımız… Hepsi aslında bedenin bize fısıldadığı sessiz mesajlardır. Uykusuz kaldığımızda cilt solgunlaşır, stresli olduğumuzda saçlarımız dökülür, yorgun hissettiğimizde gözlerimiz parlarlığını kaybeder. Ancak biz çoğu zaman bu sinyalleri duymamayı tercih ederiz. Hayatın koşturmacasında bedenin sesini bastırır, ruhun yardım çağrısını görmezden geliriz. Oysa kişisel bakım yalnızca aynadaki görüntüyü düzeltmek değil; içsel dengenin korunmasına da hizmet eder.

Kendine iyi bakmak, dış güzelliği parlatmak değil, iç huzuru onarmaktır. Biraz uyku, biraz yürüyüş, birkaç dakikalık sessizlik bile bedeni tazeler, zihni arındırır. Ruh dinginleştiğinde, yüzün ifadesi değişir; bakışlar yumuşar, gülümseme içtenleşir. En pahalı maskeler, en etkili serumlar bile huzurun verdiği ışıltının yerini tutamaz. Çünkü insan, içten iyi hissettiğinde dışarıya da ışık saçar.

Beden, ruhun aynasıdır; onda ne varsa, dışarıya o yansır. Sürekli stres altında yaşayan biri, ister istemez yüzüne yorgunluk, omuzlarına ağırlık taşır. Bu yüzden bedenimize gösterdiğimiz özen, aslında ruhumuza gösterdiğimiz saygının bir ifadesidir. İnsan kendine kulak verdiğinde, bedeniyle barışır; barıştığında ise hayatla uyum içinde yaşamayı öğrenir.

Belki de modern çağın en büyük ihtiyacı, bu dengeyi yeniden keşfetmektir. Çünkü güzellik yalnızca kozmetik mağazalarında değil; sabahın sessizliğinde edilen bir dua, gün batımında yapılan kısa bir yürüyüş, sevdiklerine yöneltilen bir tebessümde gizlidir. Gerçek bakım, ruhun dinginliğini besleyen alışkanlıklarda saklıdır. Ve insan, ruhunu ihmal ettiğinde, en güzel aynada bile kendini eksik görür.