Batı bilim dünyasında, tarihi olarak kesintiye uğrayıp kenarda kalanlar ile güncel arasında veya farklı bilim disiplinleri arasında bağlantı kurmak dikkate değer bir emek olarak saygı görür.  Buna, “köprü kurma” (bridging), bu işi yapan uzmanlara da “köprü kurucular” (bridge makers) deniliyor.

Doğu ülkelerinde ise kendi alanındaki birikimini diğer disiplinleri yorumlamada kullanma veya onlarla ilişkilendirme girişimleri ya alandışına çıkma suçlaması ya da anakronik veya entegrist girişimler olarak görülür. Hâlbuki tek bir disiplinde derinleşmek doğru olsa da diğerlerinden bütünüyle kopuk kalınmamalıdır. Aksine, ilmî derinlik, multidisipliner bir yaklaşımla, felsefi, tarihi ve coğrafi bağlar dikkate alınarak güçlendirilmelidir. (Perspektif Kodları 1,  s.20-21.)

Milletlerin halkların ve toplumların insanlık tarihi boyunca medeniyetin var olup gelişmesinde küçük veya büyük katkıları olagelmiştir. Onların bir kısmı bir yemek türü ile kimi avcılık yöntemiyle kimisi ise bir müzik aleti ile kültürün gelişmesine küçük katkılar sağlarken kimileri de sahip oldukları teknolojik dönüşümün gücü ile bütün kültürleri etkisi altına alan daha köklü değişikliklerin üstlenicileri olmuştur.

Türklerin dünya tarihinde hangi izleri bıraktığını bulup öğrenmemiz ise belki objektif bir değerlendirme yapmamızın güçlüğü karşısında zor olabilir. Kendi tespitim olarak Türklerin kültür, sanat, mimari, ince sanat (nakkaşlık, tezyin, tezhip, minyatür vb.) veya devasa mimari eserlerin ötesinde arkalarında bıraktıkları daha derin izler vardır. Ancak kanaatimce bundan daha derin izleri, Devlet, İdare ve Ordu teşkilatlanmasında ve sosyal yapılanmada bulmak mümkündür. Türkler, akraba topluluklarI ve yakın halklarla birlikte onları kapsayan 16 İmparatorluk ve devlet yanında sayısız devletçik, hanlık ve beylik kurmuşken bu konularda mutlaka arkalarında bıraktıkları izler olmalıdır, değil mi? Bütün bu imparatorluk, beylik, hanlıklar mutlaka bir İdareye ve o İdareyi sınırlandıran, geleneksel, klasik veya modern sayıları az ya da çok sayıda olsun hukuk kurallarına sahiptir.

Birçok bilim disiplininde gördüğümüz Avrupa merkezli bilim tarihi anlayışı bazı zorunlu ve gerekli önkabulleri ve içeriği taşımakla birlikte bununla sınırlı kalmıyor ve kültür, tarih ve değerler konusunda da diğer ülkelere Avrupa merkezli bakış açısını zorunluymuşçasına dayatıyor. Bu da yerelliği ve orijinalliği zaman içerisinde köreltiyor ve yok ediyor.

Böylesi bir mutlak Avrupa merkezli bakış, toplumların modern öncesi dönemlerini bir anlamda yok saymak olur. Hâlbuki her toplumun, tarihin derinliklerine doğru 100, 500 veya 1000 yıl, bazılarında ise birkaç bin yıl geriye gidildiğinde, kendilerine ait değerleri ve zengin maddi kültür unsurlarına sahip olabildiklerini görürüz. Bu kültürlerin diğerleriyle temas ederek kesintisiz bir şekilde gelişmelerini sürdürdükleri de açık bir gerçek. 6000 yıl önce Sümerlilerin yaşadığı topraklarda bugün yaşayan halklar sayısı kez görünüm ve kültür değiştirerek bugüne taşındı. Hakeza, 4000 yıl öncesinin Mısır’ından bugüne gelene kadar değişmeden geriye acaba hangi kültür unsurları kalabildi?

Bütün bunları neden mi yazıyorum? Bugün, Prof. Dr. Melikşah Yasin Bey kanalıyla elime çok değerli bir transliterasyon geçti. İÜ. Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Aydın Gülan hocamızın idaresinde konferans serileri ve yayınlarla yürütülen kalıcı, odaklı ve ciddi faaliyetlere bir yenisi daha eklenmiş oldu. Enstitü ile birlikte, Kültür Bakanlığı Tanıtma Fonu tarafından sağlanan proje desteği ile genç ve başarılı bir akademisyenin, Yrd. Doç. Dr. Halit Uyanık’ın editörlüğünde 17 kitabın eski yazıdan Latin harflerine transliterasyonuna başlanılmış ve tamamlanmış.Böylece, kütüphanelerin karanlık ve tozlu sayfalarında kalan İdare Hukukunun değerli eserleri gün yüzüne çıkarılmış oldu.

Aynı enstitünün yıllar önce Nizamü’l Mülk’ün Siyasetnamesi’nin transliterasyonunu Prof. Dr. S. Sami Onar’ın desteğiyle yapmış olmasıyla başlayan ve eski yazıyla kaleme alınmış eserleri Türkçeyi bizim gibi Latin alfabesinden okuyan okuyuculara da ulaştırması ve bir bilim geleneğini ve kürsü devamlılığını sürdürmesi bakımından dikkate değer ve çığır açıcı buluyorum.

Bu çalışmayı neden mi bu derecede önemli buluyorum? İdari yaptırımlar hakkında 1990’lı yılların sonlarında doktora tezimi yazarken sahanın uzmanı bir İtalyan yazarın 1940’larda bastırdığı eserinin kaynakçasında 1850 tarihli İdare Hukuku kitaplarına atıf yapıldığını görmüştüm.Alman İdare Hukuku kitaplarında da 1840-1850’de giden atıfları görmek çarpıcı ve imrendiriciydi. Benim ise atıfta bulunabildiğim en eski kaynak, Türkiye’de İdare Hukukunun kurucusu olarak gördüğümüz Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’ın üç ciltlik eseriydi.

Aslında yine Avrupa ve Fransız sistemi esas alınarak 1868 tarihinde Danıştay (o günkü adıyla Şurayı Devlet) kurulmuş idi. Diğer taraftan dönemin tek Hukuk Fakültesinde ve Siyasal Bilimler Fakültesinde (Mülkiye) farklı disiplinlerde hukuk ders kitapları okutulduğunu, İdare Hukuku kitaplarının tarihçe bölümlerinde kısaca görüyorduk. Fakat bu kaynaklara erişme ve atıf yapma imkânımız olmuyordu. Artık yeni idare hukuku çalışmalarının Ali Ragıp Bey’in İdare Hukuku (Hukuk-u İdare) adlı eserine kadar atıf yapabilme imkânı yazının tam da girişinde bahsedilen “köprü kurma” ve gelenek-modern-post-modern ve meta-modern çizgisinde bir devamlılık ve köklülüğü ortaya koyacaktır. Bu eserlerin Osmanlı döneminden kaldığı için bütünüyle şer’i hukuka uygun ve kutsal olduğunu zanneden cehaletle, Cumhuriyet öncesini refere ettiği düşüncesiyle bu tür bir tarihi bağ kurmayı entegrizm sayacak cehalet arasında aslında pek de bir derinlik farkı bulunmuyor.  Hukukun da tarihin de bilimden çok ideoloji alanına sıkıştırılıp kaldığı ortamlarda bilim insanlarının ideolojilerin dışında tespitler yapabilmeleri belki de en zorda kaldıkları noktalardan.

O dönem yazılmış olan idare hukuku kitaplarının yaklaşık 100-140 yıl öncesi dünyasına hitap eden; geleneksel, klasik ve yerel olan bir kısım bilgiler içermekle kalmadığını; bunun ötesinde dönemin mevzuatına, eserlerin yazarlarının gözlem ve tespitlerin sunduğunu; ayrıca Avrupa’da yenice şekillenen modern idare hukukunu da kısmen transfer ettiğini vurgulamak gerekir.

Burada heyecan uyandıran diğer bir nokta da 2000 bin yıllık devlet geleneği ve idaresi olduğu söylenen Türklerin idarelerinin hukukunun 50 yıl öncesine götürülememesi gibi yanıltıcı bir yoksulluğun sona ermiş olması…Kitapların eski yazıyla Osmanlı Türkçesi ile yazılmışken Latin alfabesine profesyonel bir şekilde aktarılması, başta hukuk tarihçilerinin ve özellikle de İdare Hukuku ile Kamu Yönetiminde çalışan akademisyenlerinin atıflarının 140 yıl öncesine kadar götürülmesine fırsat vermiştir. Hiç şüphesiz kitapların içerdiği bilgilerin bir kısmı güncelliğini yitirmiş, demode veya bugün için faydasız kalsa da önemli bir kısmının hala güncel ve anlamlı olduğunu görmek hayret uyandırıcı… 

Bu anlamda bu eserlerin transliterasyonu ile gelenek, modern, post-modern ve bugün arasında tarihi ve akademik köprüyü kurarak önemli bir çalışmaya imza atılmıştır.  Bu konuda “köprü kuruculuk” görevine imza atan mimarları takdir ve gıpta ile alkışlamak gerekiyor. Aynı tür çalışmaların sadece hukukun diğer disiplinlerinde ve sadece hukuk alanıyla da sınırlı kalınmayarak Tıp’tan Mühendisliğe kadar istisnasız her disiplin için yaygınlaştırılmasının Türkiye’de bilim tarihi ve bilim geleneğinin yerli yerine oturtulmasında ciddi mesafe alınmasına yarayacağı düşüncesiyle oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.