İçinde bulunduğumuz dünya, insan tekini sürekli ikilemlere zorluyor. Tercihlerin sağlıklı yapılıp yapılmadığını, hatta tercihlerin bizatihi kendisinin ne kadar sağlıklı veya doğru tanımlandığını soranları “hastalıklı” yaftası yapıştırarak ıskartaya çıkartıveriyor o dünya. Bunu kim yapıyor: Dünya. Dünya kim peki?

Dünya diyerek suçu anonimleştirip, flulaştırıp nasıl da kolaycacık görünmez ve dokunulmaz kıldım gördünüz mü? Oysa bunu hepimiz yapıyoruz. Şeytan hep öteki, ‘Büyük Şeytan’ da zaten hep Amerika! O halde Kahrolsun Amerika! Şeytan karşı yakada olduğuna göre bize de onun karşısı, yani Cennetliklerin dünyası düşüyor.

Keşke her şey bu kadar kolay tanımlanıverse! Suçlu çarçabuk bulunuverse! Biz de işimize, kaldığımız yere, karşıdakini hiç dinleme zamanı bulamadığımız o sonsuz konforlu dünyaya tekrar dalıversek değil mi ya!

Ne vakit birey–cemaat tartışması çıksa, sonuç hep sanat sanat için mi, yoksasanat toplum için mi tartışmasının varamadığı o bitimsiz sahile gelip dayanıyor.Bireyi, bencilleşmeyle eşdeğer tutup tu kaka etme kolaycılığına kaçarken, dini jargonda bolca atıf yapılan cemaatise imdadımıza hemen yetişiyor. Sanıyoruz ki, birey ön plana çıkarsa cemaatimiz zayıflar; ya da hep cemaat dersek bu sefer birey olamamakla suçlanırız.

Varlığını ilke ve doğrulardan almak yerine, mavi boncuğun bir talih sonucu o sabah verildiği kimselerin yanında kümelenmeyi cemaat sanan bir davranış biçiminin şekillendirdiği dünyadan söz ediyoruz. Aynı şekilde o şekillenişe karşı hiçbir şeyi umursamadan sonsuz haz peşinde koşanlar da birey olarak tanımlanıyor.

Oysa ne o birey ne de karşısındaki cemaat. Kavramların hızla yıpranmasının gerçekliğini tekrar etme patinajına düşme pahasını göze alarak aynı şeyi söyleyebiliriz. Birey olmadan cemaatin, insanı nesneleştiren bir makinaya dönüştürdüğünü son ihanet olayı bize yine gösterdi.Hatta birey olmadan oluşturulan cemaatik yapının, asabiyesi yüksek bir kabile dayanışması olduğu da söylenebilir. Yine aynı şekilde güçlü bir cemaat olursa, bireyi/insan tekini ya da özgür iradeyi yok etmeye dönük girişimlerin engellenebileceğini söyleyebiliriz.

Bireyi, kendini ve haddini bilen, imkânlarını gerçekleştirme yönünde önü/özü açılmış bir insan olarak tarif edebiliriz. Cemaati de aynı bakışla ve bireyi tam(am)layan bir şekilde tarif etmekliğimiz kaçınılmazdır. Bu bağlamda bu ve benzeri düalistikkavramları birbiri ile çatıştırarak insanları taraf olmaya itmek, tuzağın büyüğüne düşmek demektir.

İster kavramsal, isterse olaylar özelinde olsun, özne kılmak için ayrıştırdığımız yahut müstakil kıldığımız şeyleri, sonradan birleştiremiyorsak, büyük kaosun yahut mavi boncukçuların tuzağına o vakit düşmüş oluyoruz.