Bölgemiz yanıyor, kavruluyor, kaynıyor, alt üst oluyor. Haberlerin, yorumların, tartışmaların hemen hepsi, haklı olarak, bu sıcak gelişmelerle ilgili.
Bu büyük gündemin kenarında ibretlik bir kesişme yaşandı. 16 Haziran Pazartesi günü İmamoğlu Silivri’deki duruşmada savunmasını yaptı. 17 Haziran Salı günü Demirtaş X hesabından bir açıklama yayınladı. Bu ikisinden çıkan iki siyasetçi profilini yakınınıza getirmeye çalışayım.
Demirtaş ve İmamoğlu… Siyasi kimliklerini, partilerini, aldıkları oyları, toplumsal desteklerini, haklarındaki suçlamaları bir an için analizin dışında tutarak, en genel fotoğrafları üzerinden konumlandıracak olursak; ikisi de siyasetçi, ikisi de hapiste.
Demirtaş sekiz yıldır, İmamoğlu 3 aydır içerde.
İMAMOĞLU
İmamoğlu sözlerine “… Türkiye’nin daha önemli meseleleri olduğunun da altını çizmek gerekir.” diyerek başlasa da o çizgiden devam etmedi.
Taraftarlarının sloganlarıyla girdiği mahkeme salonunda, doğruları yapa yapa bugüne geldiğini anlattı. Hakkındaki somut suçlamaların hiçbirine değinmedi. Savunma hakkını baştan sona propaganda imkanı olarak kullandı. Halkçı belediyecilikten, kreşlerden, öğrenci burslarından söz etti. “Mustafa Kemal Atatürk” dedi, “yurtta sulh, cihanda sulh” dedi.
Rakamlarla, gerçeklerle oynamaya devam etti: “İstanbul’da, yatırım devrimi yapan bir anlayışa sahip olduğum, icraatçı bir belediyecilik yaptığım için buradayım.” dedi.
Adını ‘önseçim’ koysa da, aslında temayül yoklaması olan oylamanın sonuçlarını anlattı.
Savcıya karşı ettiği sözleri ters yüz ederek sordu: “İnsanlar çocuklarıyla tehdit edilir mi?”
Taşkın özgüveniyle, Mehmet Akif’in adını andı ve şahitliğe çağırdı: “Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım” derken beni tarif ediyor.” dedi, diyebildi. Anasının ak sütü kadar helal, 31 yıllık diplomasından söz etti.
Kısacası; İmamoğlu suçlamalara cevap verip, kendisini savunabilirdi. Yapmadı. Dava dosyasını bir kenara koyup, kendisini devreden çıkarıp, bölgenin büyük gündemini analiz edebilir, yarınları anlatabilirdi. Onu da yapmadı.
Savunması ilk cümleden son cümleye hamaset idi. Tek bir davası vardı: kendisi! Seçmene seslendi: “Ben tertemizim. Divan başkanı olduğum kurultay da dahil olmak üzere hayatımın hiçbir aşamasında tek bir leke yok, icraatlarım mükemmel, bana sahip çıkın.”
DEMİRTAŞ
Demirtaş, aklıselim açıklamasıyla gündelik siyasetin üstüne nasıl çıkılacağını gösterdi.
“Hamaset değil cesaret zamanıdır” başlıklı yazısıyla zor zamanlarda siyasetin nasıl yapılacağına dair, ders niteliğinde bir örnek verdi.
Şu iki cümle o yazıdan:
“İran rejimi uzun yıllardır demokrasi ve insan haklarına tümden kapalı kalmakla, öncelikle kendi yurttaşlarına büyük haksızlık yapıyor. Ancak hiçbir gerekçe, emperyal müdahaleye haklılık kazandırmaz.”
“Bizim, bölgesel barışı ilkesel olarak savunma ve bunun için yoğun çaba harcamanın yanı sıra, içeride de birliği ve barışı sağlamakta daha hızlı ve cesur hareket etmemiz gerekir.”
Demirtaş çabadan, cesaretten, ferasetten, iç cepheyi güçlendirmekten, birlikten beraberlikten, ezberci, öfkeli, intikamcı ve kindar hiçbir yaklaşıma prim vermemekten, cesur ve samimi olmaktan, kısa, orta ve uzun vadeli bir iç ve dış ortak politika hattının belirlenmesinden söz etti.
YAN YANA İKİ FOTOĞRAF
İmamoğlu’nun savunmasında sadece kendisi var. Demirtaş’ın metninde kendisi hiç yok. İmamoğlu “ben” diyor. Demirtaş “Türkiye” diyor.
İmamoğlu’nun endişeleri kendisine dair. Demirtaş memleket için endişeleniyor.
İmamoğlu hesap peşinde. Demirtaş “küçük hesapları aklımızdan bile geçirmemeliyiz” diyor. İmamoğlu, açıktan ya da gizli tehditler savuruyor. Demirtaş öneri sunuyor.