Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede yaşayıp da balığın sofraya girmediği günleri yaşıyoruz. Denizi var ama balığı yok, balıkçı tezgâhı var ama sofraya düşmüyor. O sofraya düşmediği gibi, bir hayal olarak vitrinlerden gözlerimize çarpıyor. İşte Karaköy’deki en eski balıkçı çarşısında dolaşırken duyulan cümleler: “Mezgit 400 lira olmuş, hamsi 350’den satılıyor. Çipura tanesi 200, palamut 350. İstavrit mi? En ucuzu o, kilosu 250 liradan başlıyor.”

Tezgahta dizili rengârenk balıklar, aslında denizin değil cebin bereketini sorgulatıyor. Vatandaş, tezgâha bakıyor ama elini uzatamıyor. Soruyorsunuz: “Neye baktınız?” Cevap geliyor: “Ucuzlar herhalde. Ben mezgite baktım ama 400 lira.” Sonrası çaresizlik: “Bugün alamıyoruz, yarına bakarız.”

Bir zamanlar hamsi, yoksul sofralarının neşesiydi. Bir kilo hamsiyle koca aile doyar, sofralar şenlenirdi. Şimdi hamsi de lüks. İstavrit, “ucuz” balık diye anılırdı, şimdi kilosu 250 liradan başlıyor. Asgari ücretle geçinen bir aile için balık almak bir “özel gün” meselesine dönüştü. Yani üç tarafı denizlerle çevrili olmak bir gurur değil, acı bir ironiye dönüşmüş durumda.

Mesele sadece fiyat değil. Denizlerimizdeki bolluk da çoktan azaldı. Yanlış avlanma, iklim krizi, kirlenen sular, bilinçsiz troller… Hepsi birleşti ve denizin bereketini bitirdi. Balığın doğal yaşam döngüsü bozuldu. Meralarımız boş, denizlerimiz boş, sofralarımız daha da boş.

Karaköy’de balıkçı çarşısını gezen turistler fotoğraf çekiyor, birkaç kilo balık alıp otellerine dönüyor. Çünkü onların parası değerli, alım güçleri yüksek. Aynı tezgahta balığın yanına yaklaşamayan vatandaş ise eli boş eve dönüyor. Bu manzara, aslında ekonominin özeti: Türkiye’de üretilen, Türkiye’nin zenginliği olan ürün, vatandaşa değil, dövizi güçlü olana gidiyor.

Turist için “makul” görülen fiyat, vatandaşa “lüks”. Balık da tıpkı zeytinyağı, peynir ya da domates gibi artık “zengin mutfağının malzemesi” oldu. Oysa balık, Anadolu’da en demokratik yiyeceklerden biriydi. Herkesin erişebildiği bir protein kaynağıydı. Bugünse balık, pazarlıkla değil, umutla alınan bir ürün hâline geldi.

Fiyatların Ardındaki Gerçek

Balık fiyatlarının artışında elbette birçok sebep var: Artan yakıt maliyetleri, ağ ve tekne masrafları, lojistik giderler… Ancak asıl mesele, denizin eskisi kadar bereketli olmaması. Av sezonu açıldı ama denizden çıkan balık yetersiz. Talep aynı, arz düşmüş durumda. Bu denklemde fiyatın artmaması mümkün değil.

Ama mesele sadece piyasa dengesi de değil. Türkiye’de her şey gibi balık da artık enflasyonun, gelir adaletsizliğinin ve alım gücü çöküşünün aynası hâline geldi. Bir ürünün fiyatını sadece maliyetle açıklayamazsınız. Vatandaşın cebine giren paranın azlığı da fiyat kadar belirleyicidir.

Çocukların Sofrasından Eksilen

Balık sadece bir yiyecek değil, aynı zamanda sağlık demek. Çocukların gelişimi, ailelerin sağlıklı beslenmesi için en temel gıda kaynaklarından biri. Omega-3’ü ilaç kutusunda değil, balığın kendisinde almak gerek. Ama fiyatlar yüzünden çocukların sofrasına balık girmiyorsa, bu sadece bir ekonomik kriz değil, aynı zamanda bir nesil kaybıdır.

Balığın ulaşılamaz hâle gelmesi, gelecek neslin sağlığını, toplumun direncini ve hatta kültürel alışkanlıklarımızı etkiliyor. Çünkü balık yemek, sadece bir beslenme biçimi değil, aynı zamanda bir kültürdü. O kültür de elimizden kayıp gidiyor.