Artık hiçbir şey sessiz değil. Bildirimler susmuyor, ekranlar kapanmıyor, akışlar durmuyor. Gecenin üçünde bir mesaj sesiyle uyanmak, sabah ilk iş olarak telefona bakmak, gün içinde sürekli “şunu da kontrol etmeliyim” demek normalleşti. Modern yaşamın ritmi artık dijital bir metronomla ölçülüyor. Her titreşim, her uyarı, zihnimizde yeni bir dalgalanma yaratıyor. Ama sormalı: Bu neyin gürültüsü?

Bu, yalnızca bir cihazın çıkardığı ses değil. Bu, iç dünyamızda gittikçe büyüyen bir uğultu. Sürekli güncellenen haberler, birbirini takip eden videolar, bitmeyen mesajlaşmalar... Tüm bunlar görünmez bir ses duvarı örüyor çevremize. Sessizlik artık bir ihtiyaç değil, bir lüks. Düşünmek bile bazen mümkün olmuyor bu dijital kakofoni içinde.

Teknoloji, hayatımızı kolaylaştırmak için doğdu ama bugün geldiğimiz noktada bizi kendine bağımlı kılan bir yapıya dönüştü. Bilgiye ulaşmak artık saniyeler sürüyor, evet. Ama bu hız, beraberinde bir aceleyi, bir doyumsuzluğu da getiriyor. Dijital platformlar sadece zamanımızı değil, zihinsel sessizliğimizi de çalıyor. Telefon elimizde değilken bile aklımız onunla meşgul. Düşüncelerimiz artık bildirim aralıklarında şekilleniyor. Konsantrasyon parçalanıyor, iç huzur eriyor.

Telefonların sessize alınmasıyla sorun çözülmüyor. Asıl mesele, içimizdeki kalabalığın susturulması. İçimizde susmayan bir ses var: Yetişme arzusu, kaçırma korkusu, sürekli online olma baskısı. Bu kalabalığın ortasında insan yalnız kalabiliyor ama yalnızlığı deneyimleyemiyor. Belki de dijital sessizlik günleri ilan etmeliyiz. Tıpkı oruç gibi; zihne ve ruha tutulan bir sessizlik orucu.

Kendimize “sadece var olmayı” hatırlatacak zamanlar tanımalıyız. Telefonun ekranı değil, gökyüzüyle bağlantı kurmalıyız. Sosyal medya akışları yerine kendi iç akışımıza dönmeliyiz. Çünkü teknoloji ilerlerken, insan geride kalmamalı. Aksi halde elimizdeki her gelişmiş cihaz, ruhsal bir gerilemenin aracı haline gelebilir.

Sessizlik hâlâ mümkün. Ama bunun için çaba gerekiyor. Ve belki de ilk adım, sessizliği yeniden tanımlamak. Sadece kulaklarımızla değil, kalbimizle de duyacağımız bir sessizlik. Zira bazen en yüksek ses, içimizdeki sükûnet olabilir.