Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres, geçtiğimiz ayın sonlarında insanlığın “küresel ısınma” döneminden "küresel kaynama" dönemine geçtiği uyarısında bulundu. Dünya genelinde sıcaklıklarda rekorlar kırılmaya devam ederken orman yangınları, seller, fırtınalar, haberlerin vazgeçilmez manşetleri hâline geldi.

Uzmanlar, iklim krizine ilişkin tartışmaların 1990'ların başında çözüme kavuşturulmuş olması gerektiğini ısrarla hatırlatıyor. Şimdi otuz yıl sonra; yaklaşmakta olan felaketin varlığı, büyüklüğü ve yakınlığı çok daha hararetle tartışılıyor. Eylemden ziyade konuşarak, kararlar alarak doğanın maruz bırakıldığı manzara ise ortada: Ölenle ölünüyor.

BEDEL MEVSİMİ

Bilim insanlarının güncellenmiş modelleri, 2015 Paris Anlaşması ile belirlenen 1,5 derece ortalama sıcaklık artışı sınırının, ilk kez onlarca yıl yerine sadece birkaç yıl içinde aşılacağını öngörüyor.

Bu modelin ortaya koyduğu bilimsel sonuca göre; su kıtlığı, aşırı sıcaklar, gıda güvensizliği ve çölleşme, yaşamı giderek zorlaştıracak ve bunlar da dünyada göç ve çatışmaları tetikleyecektir.

Veriler ve tecrübeler ışığındaki tüm bu gerçeklere rağmen fosil yakıt kullanımının azaltılması konusundaki eylemsizlik devam ediyor.

Son rakamlar, küresel emisyonların büyük bir kısmından sorumlu olan ABD ve Çin'in ise her zamankinden daha fazla fosil yakıt kullandığını gösteriyor.

Petrol endüstrisi yöneticileri, petrol üretimindeki kesintilerin hayat pahalılığı krizini derinleştireceğini iddia ederek halkı korkutuyor. Aynı mantıkla hareket eden Batılı hükûmetler de çevreci vaatlerinden hızla geri adım atıyor.

GİZLENEMEYEN AJANDA

Yerleşik medyanın geç de olsa öngörülemez ve aşırı hava koşullarını, daha geniş bir iklim krizinin belirtileri olarak teşhis etmeye başladığını görüyoruz. Buna mecburlar. Zira gerçeklik, üşütmeye ya da yakmaya başladığında gerçekten kaçmak imkânsızdır. Üç maymun, her zaman herkese sevimli gelmez.

Sermayedar medya ise hâlâ başka bir dünyanın kapısından seslenmeye devam ediyor. Yaşanan iklim felaketinde mızrak çuvala sığmazken küresel medya kuruluşları; efendilerinin kapı bekçiliğine devam ediyor ve hem petrol lobisini hem de kârlılıkları “aşırı tüketim” ve "ekonomik büyüme" bağımlılığının devamına bağlı olan küresel şirketleri koruma pahasına yayın yapmaya devam ediyor.

Oysa bilim insanları, insan ekonomisinin karbon yakarak büyümeye devam etmesi hâlinde ısınan bir dünyanın, ileride büyük bir endişe kaynağı olacağını en az 70 yıl önceden biliyorlardı. Ancak tahminler gizli tutuldu çünkü bu konudaki ilk araştırmaların çoğu petrol şirketleri tarafından finanse edilmişti. Şimdi ise tahminlere yer bırakmayacak bir gerçekliğe sürüklenen dünyada insanlık, kendi evinde felaketi yaşıyor. İklim tahminleri, kimseyi artık yeterince tatmin etmiyor.

GERÇEKLER SON 30 YILDA GİZLİ

Günümüz dünyasında yaşanan tüm iklim krizleri, 30-40 yıl öncesinin iklim raporlarında açıkça belirtiliyordu. “İnsanlar, kıtlık ve kuraklığın ilk vurduğu sıcak bölgelerden kaçtıkça dünya çapında bir mülteci sorunu ortaya çıkacak. Bunun sonucunda da çok fazla çatışma meydana gelecek. Uygarlık, kırılgan bir şey hâline gelebilir!" uyarıları yapıldığında yıl 1982’yi gösteriyordu. Raporu yayımlayanın Shell şirketi olması ve bu çalışmaya “Sürdürülebilir Dünya” adını vermesi de buradaki üç nokta yerine geçsin.

EKOLOJİK ÇÖKÜŞ

Önümüzde ekolojik çöküşün her zamankinden daha belirgin ve büyük belirtileri var: ödenemez büyüklükteki enerji faturaları, boş market rafları, olgunlaşamayan gıdalar, çabuk gelen-geçen-geçmeyen mevsimler, seller, yangınlar, fırtınalar, sıcak hava dalgaları, kaynak savaşları için harcanan paralar, sürekli göçen ve konamayan insanlar ve dahası…

Kafamızı biraz daha kuma gömmek; yaklaşan büyük savaşı ortadan kaldırmayacak sadece dünyanın hayatta kalma ihtimalini daha da azaltacaktır.

Şunu da belirtmekte fayda var: Endüstrinin, gelmekte olduğunu bildiği bir krizi tüm insanlık için önlemesi, ahlaki bir görev olabilir ancak yasal görevi değildi. Bu nedenle fosil yakıtın büyük sermayedarları bu konudaki yasal boşlukları, kendi lehlerine bir zaman aşımı olarak kullandılar. Ama bugün geldiğimiz noktada durumun vahameti, bizi tek bir cümleye sabitledi: “Her hak, helâl değildir.