Bulanık suda avlanma pratiklerini geliştirmiş olan kimileri, PKK’nın açıklamasında, beklediklerinden daha büyük bir balık yakaladılar: Lozan. Kaldı ki; metinde Lozan yer almasaydı da sorun çıkaracak başka bir keşifleri mutlaka olurdu!

Neden bu kadar eminim? Çünkü, 1 Ekim’de başlayan ‘Terörsüz Türkiye’ sürecinin her kırılma anında, benzer tavırlar sergileyerek bugünlere geldiler. Ne yana baksalar tehlike gördüler, hangi sözü duysalar içinde bir belirsizlik buldular.

Yıllardır Lozan’ı her düzeyde tartışırız. Lozan, bir ucunda “zafer”, diğer ucunda “hezimet” diyenlerin yer aldığı sarkaçta sallanır durur. Üstelik ‘Kürt siyaseti’ Lozan’ı ilk defa gündeme getiriyor da değil.

Terör örgütü, bildirisinde kendi tarihini, tarih bilgisiyle ve tarih bilinciyle, dilinin yettiği kadar ifade etmeye çalışmış. Belli ki; silah bırakmasını izah ederken biraz zorlanmış. Bu arada, açıklamayı sorgularken doğrudan muhatabının, örgüt mensupları olduğunu da gözden kaçırmamalıyız.

TARTIŞMAK NEREYE KADAR?

Lozan göndermelerini bu çerçevenin dışına çıkarmanın gereği de anlamı da yok. Büyük büyük sözlerle, yeni bir çatışmalı dönemin başladığı iddiası, bu saatten sonra kimseyi ikna etmez. Çünkü ne Lozan’dan geriye gitmek mümkün ne de Lozan’ın farklı yorumuyla elde edeceğimiz bir kazancımız olabilir!

Lozan anlaşmasının altında PKK’nın imzası olmadığına, PKK bildirisi, örgütle Türkiye Cumhuriyeti arasında yapılan bir anlaşma olmadığına göre, bu tartışma nereye kadar uzatılabilir! Bu evhamlı kurcalamanın sürdürülmesi, olsa olsa açıklamayı doğru analiz etmenin önünde bir engel oluşturabilir. PKK terör örgütünün, örgütsel yapısını feshettiğine ve silahlı mücadeleyi sonlandırdığına dair iki önemli kararının üstünü örtebilir.

Terör örgütünün bir metninden ne bekleyebiliriz? “Yetersiz bir tarih okuması” deyip geçmek bile mümkün.

NELER ÖĞRENDİK?

Yine de tartışmanın buralara taşınmasından neler öğrendiğimize bir bakalım.

Meğer Soğuk Savaş döneminden kalma ne çok gazetemiz, gazetecimiz, akademisyenimiz, aydınımız varmış. Sayılarının çokluğunu zaten biliyorduk. Ancak Soğuk Savaş paradigmasına sarılırken çektirdikleri toplu fotoğrafı gördüğümüzde biraz şaşırdık.

Meğer ‘kanaat önderi’ kontenjanından görüşleri sorulan emekli generallerimiz, cumhuriyet yasalarına aykırı da olsa kendilerine “paşa” denmesinden ne kadar da mutlu oluyorlarmış!

Meğer terörden her fırsatta şikâyet etseler de onun varlığına alışan ne çok kişi, kurum, parti varmış. Alışmak hafif kalır. Arthur Schopenhauer’un dediği aşamaya varmışlar. Ne diyordu Alman filozof: “Alışkanlık zincirleri, önce duyulmayacak kadar hafif, sonra kırılmayacak kadar güçlü olur.”

Evet alışmaları, uyuşma aşamasına varmış. Tıpkı aynı konumda çok kalan kolun ya da ayağın uyuşması gibi; zihinleri, düşünme teknikleri, analiz yetenekleri de uyuşmuş. Terör orada hep duracak, onlar da hep şikâyet edeceklermiş. Meğer düzenleri bu imiş, konforları buna bağlıymış.

KAVRAMA ZORLUĞU

Ülke olarak hiç tanışık olmadığımız, yeni bir durumla karşı karşıyayız.

Zamanı ileriye sararak soru sormaya, sıralı soruların en sonundan başlayarak durumu anlayamayız. Alışkın olduğumuz düşünce kalıplarıyla gelişmeleri kavrayamayız.

Çözümü bu kadar detaylı planlayan akla, süreci buraya kadar sorunsuz getiren iradeye güvenmeliyiz. Bu aşamada, terör örgütüne “terör örgütü” denmeye, terör ihtimali görülen her yerde bilinen tepki gösterilmeye devam edecektir. Bundan şüphe duymamalıyız.

Zaten TSK açıkladı: “Türkiye’nin güvenliği için teyakkuzda olan Mehmetçik, bölgede güvenlik ve istikrar sağlanana kadar sahadan çekilmeyecek.”