Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Fransa Ermeni Organizasyonları Koordinasyon Konseyi’nin yıllık yemek davetinde yaptığı konuşmada, ülkenin resmi anma takvimine, 24 Nisan tarihini “Ermeni Soykırımını Anma Günü” olarak ekleyeceğini duyurdu. Fransa’da merkez siyaseti temsil eden Macron’un bu açıklaması, Nisan 2016’daki seçim kampanyasında vaat ettiği sözler arasında yer alıyordu.

Macron’un 5 Şubat Salı günü yaptığı konuşma, Fransa’nın uzun süreden beri takip ettiği siyasetin somut bir yansıması olarak göze çarpmaktadır. Macron, konuşmasının bir yerinde, “Fransa, her şeyden önce tarihe doğru bakmasını bilen bir ülke” ifadelerini kullandı. Eski bir bankacı ve hırslı bir siyasetçi olan Macron da çok iyi biliyor ki bu cümlenin istikametinde yüksek bir çıkar ve kâr vardır. Dolayısıyla Fransa, tarihin her aşamasında olduğu gibi, bugün de “tarihe kendi doğrusundan bakıyor.” Yoksa Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, 1915 olaylarının hukuki, tarihi ve akademik boyutlarıyla meşru bir tartışma konusu olduğunu bilmemesi mümkün müdür?

Şayet Macron’un konuşmasında geçen, “Fransa, her şeyden önce tarihe doğru bakmasını bilen bir ülkedir” ifadesi gerçekçi olsaydı, sadece ve sadece zenginleşme uğruna dünyanın birçok ülkesinde yaptıkları katliamlara da bir dipnot düşmeyi ihmal etmezdi. 1915 yılında İngiliz, Fransız ve Rus siyasetinin neticesinde darmadağın ettikleri Ermenilere karşı hissettikleri mahcubiyeti anlamak ihtimal dâhilindedir, ancak bu utancı Türkiye’ye yükleyerek kurtulma çabalarını izah etmek pek olası değildir.

Fransa’nın Ortadoğu’daki ulusal çıkarları uğruna yüz yıl öncesinde olduğu gibi yüzyıl sonrasında da Ermenileri kullanma alışkanlığından vazgeçmemesinin müşahede edilmesi oldukça üzücüdür. Fransa’nın, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki çıkarlarına ulaşmak amacıyla, bir taraftan “Ermeni meselesini”, diğer taraftan da “Kıbrıs sorununu” bir dış politika aracına dönüştürme gayreti içinde olduğu anlaşılmaktadır.

Fransa’nın Ortadoğu ve Doğu Akdeniz politikasını Ermeni meselesi ile “maskeleme” stratejisi, ülke içi seçim hesaplarıyla birleşince, haliyle tarihi hadiseler kolay bir şekilde politik malzeme haline gelmektedir. Öyle ki bu çerçevede Fransa Parlamentosu, 2011 yılında tarihi bir hataya imza atmaktan kendini alıkoyamamıştır. Fransa Meclisi aldığı bir kararla, 1915 olaylarının “soykırım” olmadığı yönündeki ifadelerin suç sayılmasını öngören yasa teklifini kabul ederek, “soykırım” dememeyi bir suç niteliğine dönüştürmüştür. Fransa Anayasa Mahkemesi’nin “bazı suçların reddinin suç sayılmasına” ilişkin yasanın ilgili hükmünü Ocak 2017’de iptal etmesiyle ancak bu tarihi hatadan dönülebildi.

Avrupalı devletlerin emperyalizm uğruna başlattıkları küresel bir savaş ortamında, her iki tarafın da hatırı sayılır ölçüde üzücü kayıplar verdiği bir hadisenin, yağmacı bir tarih anlayışıyla ulusal çıkarlara alet ve kurban edilmesi esef verici bir durumdur. Bu düpedüz tarihi bir olayın siyasi bir malzeme haline getirilmesidir. Avrupalı devletlerin diplomaside şiar edindikleri piyon siyasetinin, dünya genelinde nasıl bir dram meydana getirdiğini tekrar etmeye hiç lüzum bulunmamaktadır.

Macron’un Fransa’nın iç ve dış politikasına uygun bir şekilde takip ettiği, “geçmişin acılarından türetilen yeni siyaset anlayışı” yoluyla “Türkiye’yi terbiye etme” politikası, ne Avrupa Birliği’nin küresel misyonuna ne de bölgesel barışın tesisine katkı sunabilir. Günümüzde başta Fransa olmak üzere, bazı Avrupalı devletlerin sömürgecilik mantığıyla hareket etme ısrarı ve bu bağlamda Avrupa Birliği’nin evrensel ilkelerinin ve kuşatıcı barış perspektifinin yıpratılması, yeni travmatik olaylara kapı aralamaktadır. Sonuçta Ermenilerin büyük acılar yaşadıklarını kimse inkâr edemez. Ancak bu durum aynı dönemde hayatlarını kaybeden milyonlarca Müslüman Osmanlı vatandaşının Batılı tarihçiler ve siyasetçiler tarafından görmezden gelinmesine ve böylelikle tek yönlü duygu sömürüsüne dayalı siyasi bir teamülün oluşturulmasına meşru bir zemin sunamaz.