Sabah kalktığında ilk ne yapıyorsun?
Gözün açılır açılmaz elin telefona mı gidiyor?
Mesajlara, bildirimlere, dünkü paylaşımlara bakıyor musun?
Yoksa bir bardak su içip, güne derin bir nefesle mi başlıyorsun?
İşte bu basit tercihler, günün ruh hâlini kodluyor.
Günün ilk 30 dakikası, psikolojik bir yazılım gibi çalışıyor.
Bu yarım saatlik zaman dilimi; nasıl düşüneceğini, nasıl hissedeceğini ve hatta gün boyunca üretkenliğini belirliyor.
Ama ne yazık ki çoğumuz, bu kıymetli süreyi fark etmeden harcıyoruz.
Alarmı üç kez erteliyoruz.
Bir yandan gözümüz hâlâ uykulu, bir yandan ekran parlıyor.
İlk gördüğümüz şey genellikle bir başka hayatın "hikâyesi" oluyor.
Ve o hayatla istemsizce kendimizi kıyaslamaya başlıyoruz.
Daha güne adım atmadan, enerjimiz eksiliyor.
Oysa sabahları kendimize ait bir alan yaratmak zor değil.
Meditasyon yapmak, yoga pozlarında uyanmak zorunda değilsin.
Ama küçük dokunuşlar, büyük fark yaratır.
Yatağını toplamak bile zihinsel bir düzene davettir.
Çünkü çevrendeki düzen, iç dünyana da sirayet eder.
Gözünü açar açmaz telefona değil, gün ışığına bakmak…
Kortizol seviyeni sakinleştirir.
Ilık bir bardak su…
Sindirim sistemini nazikçe uyandırır.
Sevdiğin bir müzik…
Ruhuna iyi gelir, güne melodik bir notayla başlarsın.
Sabah rutini lüks değil; ruhsal hijyenin temelidir.
Tıpkı diş fırçalamak gibi.
Zihni arındırmak, duyguları hizaya almak için bir başlangıç noktasıdır.
Ve unutma: günü nasıl başlarsan, çoğu zaman öyle şekillenir.
Bu yazı, sabahlarını sihirli hâle getirmek isteyen herkes için küçük ama güçlü dokunuşlar sunuyor.
Çünkü sabah sadece uyanmak değil, uyanık kalma pratiğidir.
Hayata gözünü açtığında neye baktığın, neye kulak verdiğin, neyi hissettiğin…
Hepsi seni o günkü “sen” yapar.
Ve belki de uzun vadede, o sabahlar birikir.
Bir alışkanlığa, bir farkındalığa, bir dönüşüme dönüşür.
Çünkü güne nasıl başladığın, hayatla nasıl yüzleştiğini belirler.
Ve bazen sadece 30 dakika, tüm bir ömrün ritmini değiştirebilir.