Georgi M. Unkovski’nin yönettiği DJ Ahmet, Kuzey Makedonya sinemasının son yıllarda ürettiği en taze, en samimi gençlik portrelerinden biri olarak Sundance ve Saraybosna Film Festivali’ndeki gösterimlerinin ardından Boğaziçi Film Festivali’nde yarıştı ve iki ödüle layık görüldü. Bu Cuma gösterime girerek Türk izleyicisinin karşına çıkacak olan yapım büyük dramatik jestlere yaslanmak yerine, bir köyün periferisinde sıkışmış genç bir çocuğun modern hayallerle geleneksel baskılar arasında salınan ruh hâline odaklanıyor. Müziğin çağdaş ritmini, Balkan coğrafyasının yüzyıllardır süregelen kültürel ağırlığıyla bir araya getiren Unkovski, ilk uzun metrajında kişisel olduğu kadar sosyokültürel bir kırılma eşiğini yakalamaya çalışıyor.

Filmin merkezinde, Kuzey Makedonya’nın Yörük nüfusunun yaşadığı dağ köylerinden birinde doğup büyüyen 15 yaşındaki Ahmet’in kimlik arayışı var. Yakın zamanda annesini kaybeden; babasının, kendisinden koyun yetiştirmesini, tarlada çalışmasını, kardeşiyle ilgilenmesini beklediği Ahmet, bu geleneksel rollere karşı gelerek, sevdiği kızın da gözüne girebilmek umuduyla DJ olma hevesine kapılıyor. Ahmet’in iç dünyasını karmaşıklaştıran ise Aya’ya duyduğu karşılıksız, hatta yasak sayılabilecek aşk. Aya’nın evlenmek üzere olması, ilişkilerini yalnızca imkânsız kılmakla kalmıyor, köyün kültürel kodları içinde riskli bir tabu haline getiriyor. Bu uçurum, Ahmet’in hem ailevi hem toplumsal sınırlarla çatışmasını kuvvetlendirirken hikâye de tam olarak bu gerilimden besleniyor. Film boyunca, ‘erkek olmak’ ile ‘özgürleşmek’ kavramları arasındaki çelişki sürekli görünür durumda. Ahmet’in DJ’lik tutkusu, hem aşka açılan kapı hem de köyün ona biçtiği kaderden kaçma girişimi. Bu nedenle film, ergenliğin geleneksel toplumlarda nasıl daha fazla baskı altına girdiğini gösteren, evrensel bir çıkış hikâyesine dönüşüyor. Aile baskısı, toplumsal baskı, küçük toplulukların görünmez hiyerarşileri ve gençliğin hayal gücü gibi meseleleri ince bir mizah tonuyla, yer yer dokunaklı, yer yer ironik bir tonda işliyor. Balkan taşrasının gündelik absürtlüğünden ve Ahmet’in saf, temiz yürekli doğasından beslenen film; ince, alttan alta işleyen bir mizahi tona sahip. Yüksek sesle güldürmek yerine, karakterlerin zarifliğinden, köy hayatının ‘kendiliğinden komik’liğinden ve Ahmet’in dünyayı anlamaya çalışırken düştüğü küçük, naif durumlardan doğan bir ironi kullanıyor. Unkovski, mizahı dramatik yükü hafifletmek için değil, karakterlerini daha sahici kılmak için devreye sokuyor. Bu sayede yapım, hem hüzünle hem de gülümseten anlarla ilerleyen tatlı bir denge kuruyor. İşte seyircinin Ahmet’e içten bir yakınlık hissetmesini sağlayan da tam olarak bu.

Unkovski’nin neredeyse tamamen doğal ışık kullandığı filmindeki bu yaklaşımı yalnızca estetik bir karar değil, filmin ruhunu belirleyen temel bir ilke gibi. Gün batımlarının yumuşak ışığı, taş evlerin gri dokusu, tozlu köy yolları, filmdeki duygusal tonun hem zeminini kuruyor hem de Ahmet’in dünyasına görünmez bir şiirsellik katmanı ekliyor. Yönetmen, abartısız, sade, mekânın kendisini konuşmaya bırakmış bir yaklaşımla Ahmet’in etrafındaki geniş coğrafyayı bir dekor değil, psikolojik bir alan olarak kullanıyor. Köyün açık arazileri Ahmet’in özgürlük hayallerini çağrıştırırken, dar iç mekânlar, aile içi baskıyı somutlaştırıyor. Klasik dramatik yapıya bağlı kalmayan yönetmen, hikâyeyi göstermekten ziyade sezdiren, olay örgüsünü açıklamak yerine izleyicinin boşlukları doldurmasını isteyen, çağdaş Avrupa festival sinemasının tipik yöntemlerini incelikli kullanıyor. Ahmet’in duygularını seyircinin kendi duyusal deneyimi üzerinden kavratmak isteyen filmde diyalogların azlığı, uzun planlar, Ahmet’in yüzünde gezinen sabit kamera gibi unsurlar aslında karakterin içsel çalkantısını dramatize etmek yerine hissettiriyor. Ahmet’in arzularını ve kırılganlığını yansıtırken, ergenliğe özgü hassas ruh halini duygusal manipülasyondan uzak, ölçülü ve sakin bir dramaturji ile perdeye taşıyan filmin bu ‘sessizliğin sineması’ tadındaki tarzı ritim açısından her zaman istikrarlı çalışmıyor. Özellikle hikâyenin serim bölümünün sonu ve düğüm bölümünün başlarında motivasyonların belirsizleştiği, bazı sahnelerin gereğinden uzun tutulduğu ve anlatının bir süre yerinde saydığı hissi oluşuyor.

Filmin oyunculukları genel anlamda oldukça güçlü. Arif Yakup, Ahmet karakterine şaşırtıcı derecede olgun ve incelikli bir yorum getiriyor. Karakterin mahcup mizacı, içsel çatışması, cesareti ve ergenliğin tüm o çelişkili duygu durumları oyuncunun yüzüne, duruşuna, sessizliklerine başarıyla yansıyor. Nitekim Yakup bu performansıyla, Boğaziçi Film Festivali’nde En İyi Aktör ödülüne de layık görüldü. Baba rolündeki Aksel Mehmet, taş gibi görünen erkekliğin altında birikmiş hüznü ölçülü bir sadelikle oynarken, yaşadığı toplumun katı geleneklerinin altında yatan duygusallığı da incelikle işliyor. Ahmet’in dilsiz olan kardeşi Naim karakterinde Agush Agushev’in yarattığı içtenlik ve şirinlik, filmdeki mizahın ve insan sıcaklığının merkezinde duruyor. Agushev’in bu performansı, Ahmet'in kaotik iç dünyasıyla keskin ve dramaturjik bir karşıtlık oluşturuyor. Ancak Aya karakterini canlandıran Dora Akan Zlatanova’nın performansı, filmin bütününde göze çarpan ciddi bir dengesizlik yaratıyor. Aya, Ahmet’in duygusal motivasyonlarının odağında yer almasına rağmen, karakterin içsel çatışmalarını yeterince derinlikli yansıtamıyor. Bazı sahnelerde duygusal geçişler yüzeysel kaldığı gibi romantik sahnelerde de aynı nedenlerle inandırıcılık kırılıyor. Elbette ki bu durum, filmin duygusal bütünlüğüne de hasar veriyor.

Ezcümle; Balkan sinemasının son yıllardaki en içten, en kişisel ve en samimi hikâyelerinden biri olan DJ Ahmet, yalnızca bir gençlik hikâyesi değil; aynı zamanda geleneksel erkeklik kodlarını sorgulayan, sosyokültürel bir yapım. Minimalist yaklaşımı, mütevazı bir kasaba hikâyesini evrensel bir büyüme öyküsüne dönüştüren duyarlılıkta. Kusurlarına rağmen, yönetmenin gelecek vaat eden üslubunu ortaya koyan güçlü bir ilk film. Ahmet’in kendi yolunu bulmaya çalışırken yaşadığı küçük aydınlanmalar bu öykünün duygusal omurgasını tamamlıyor. DJ Ahmet izleyiciye şunu gösteriyor: Bazen büyümek, sesini yükseltmekle değil, kendi sesini duymayı öğrenmekle başlar.