‘Terörsüz Türkiye’ süreci, başladığı günden bu yana, hiç olmadığı kadar sembolik bir kavşağa, bir dar geçide geldi dayandı. Milletin seçtiği parlamentonun içinden seçilen komisyonun içinden seçilecek bir heyet, İmralı’ya gitsin mi, gitmesin mi? Bugünün sorusu bu.
Gidip gitmeme konusu o kadar sembolik ki; görüşmenin ne kadar süreceğinin, orada ne konuşulacağının hiçbir önemi yok. Kim ne kadar söz alacak? Soru-cevap düzeni mi işleyecek? Bunlar da önemli değil. Gitmenin kendi başına sonuçları olacak.
AKLIN YOLU
Bu talebin pratik bir anlamı/işlevi var mı? Hayır yok. Çünkü Öcalan tecrit edilmiş biri değil. DEM heyeti aralıklarla İmralı’ya gidiyor ve oradan getirdiklerini doğrudan ya da dolaylı biçimde dile getiriyor. Öcalan örgütüne, çözüm sürecine ilişkin direktifleri ulaştırabiliyor.
Özel bir heyetin İmralı’ya gitmesi, siyaseten bir risk barındırmakta. Bu ziyaret pekala, ‘Öcalan’a meşruiyet verme’, ‘teröristbaşının ayağına gitme’ parantezine hapsedilebilir.
Heyetin İmralı’ya gitmesi ‘gerekli ve zorunlu’ kabul edilecekse, en doğru yol, komisyondaki bütün partilerin bu yükü ortaklaşa taşımalarıdır. Gidilecekse gidilmesi kararı, gidilmeyecekse gidilmeme ortak karar alınmalı, eleştiriler hep birlikte karşılanmalıdır.
‘Terörsüz Türkiye’, partiler üstü bir hedef olarak konumlandırılmalı, partiler kararı siyasi rekabet alanının dışında tutmalıdırlar. Karar, 5’te 3 gibi teknik bir çözüme, bir matematiğe bağlanamaz. Bağlanmamalıdır.
Pusu kurmaktan, kurnazlık tezgahlamaktan hiç söz etmiyorum. Bu kararı ‘seçim kozu’ olarak değerlendirmenin hesabını yapmak tarihi bir hatadır. Zira bu süreç, Türkiye’nin güvenliğini, huzurunu, barışını, refahını çok yakından ilgilendiriyor. Kimsenin kapris yapma, siyaset hesabını gözetme lüksü olamaz. Olmamalıdır.
Polemik kazanını kaynatmaya, bütün sermayelerini odun yapıp o kazanın altına atmaya hazırlananlara fırsat verilmemelidir.
YENİ BİR FIRSAT
Öcalan’ın önünde, süreci sonuca götürme konusundaki samimiyetini göstermesi için bir fırsat daha var. Talebinin sürecin engeli olma ihtimalini ortadan kaldırmalı, tartışılarak alınan ve alınacak yolu yıpratmasına seyirci kalmamalıdır.
Toplumun geniş bir katmanı bu tabloyu kabul etmekte zorlanıyorsa yapılması gereken, geniş kitleleri ikna etmeye çalışmak değildir. Öcalan, ‘umut hakkı’ konusunu nasıl açıklığa kavuşturduysa, özgür kalmak gibi bir talebi olmadığını açıkça söyleyerek kamuoyunu rahatlattıysa; bunun benzeri bir tavrı bu konuda da göstermelidir.
Gerçeğin sert sorularını soralım: “Öcalan, PKK terör örgütü lideri olarak bugüne kadar oluşan kimliğini, çözüm sürecine sunduğu katkılarla sıfırlayabilir mi?” Hayır.
Süreçten bütün geçmişini temizleyerek, -en azından duygu düzeyinde- hiçbir şey olmamış gibi başa dönerek çıkabilir mi? Hayır.
Bugüne kadar toplumdan gördüğü karşılıkla, edindiği muhataplıkla yetinmeli, daha ötesini istememelidir.
DEVLETİN AKLI, MİLLETİN DUYGUSU
Örnek alınması gereken Bahçeli’nin tavrıdır. Yıllar içinde inşa ettiği parti kimliğini riske atarak, en önden gitmesi çok değerlidir. Bu fedakarlık, herkesin yolunu aydınlatmalıdır. Herkes kendi önceliklerini kenara çekmeli, sürece yol vermelidir. Öcalan ‘heyet İmralı’ya gelsin’ ısrarından vazgeçmeli, DEM Parti varlığını göstermeli, heyeti İmralı’ya götürmeden süreci ilerletmenin diplomasisini kurmalıdır.
Heyetin İmralı’ya gitme görüntüsü, milletin hazmetme kapasitesinin üzerindedir. Bu gözden kaçırılamaz. Devlet yönetimi elbette duygusallıklar üzerine bina edilmez. Ancak devletin aklı ile milletin duygusallığını buluşturmanın, devlet aklını milletin duygusunu kucaklar hale getirmenin bir yolu mutlaka keşfedilmelidir.