Bölgede iki din devleti var; biri İsrail, diğeri İran.

Karşıtlıkları üzerinden birbirlerini var ediyorlar.

İkisi de yayılmacı politika güdüyor.

Ve bu ‘katıksız hırs odaklı politika’ ikisinin de sonunu getirebilir.

Öncelikle İran bunun zararlı sonuçlarını görmeye başladı. Komşu coğrafyaları istila etme ve kitleleri tahakküm altına alma gayreti başarısızlıkla sonuçlandı.

Suriye’de akıtılan Müslüman-Sünni kanı, İsrail’in akıttığından fazla!

Aşırı yayılmacılık sonunda çöktü. “Şii hilali, direniş ekseni” zırvaları bitti. Bu bitiş, düşmanı kendi sınırlarına kadar çekti.

İran düne göre daha zayıf bir durumda. Mezhepçi yönetim böyle bir duruma düşmüşken şimdi nükleer birikimi korumak, egemenliği elde tutmak için ve rejimi kaybetmemek adına refleks vermek zorunda.

Elbette İran köklü bir ülke. Eğer bekleneni gerçekleştirebilirse İsrail’i, büyük sarsar.

İran’ın yaşadıklarını çok profesyonel bir noktadan değerlendiriyorum. Olumlu-olumsuz bir duygu beslemiyorum. Çünkü o kadar çok sömürmüş ve o kadar çok tüketmiş ki bu bölgeyi…

Elbette ‘Müslüman halk, Türk nüfus’ kardeşimizdir. Ve fakat “zalım” iktidar Sünnilere çok kötü bir geçmiş bıraktı. O nedenle duygularım çok sınırlı. İran’a düşmanlık değil bu. Müslüman coğrafyaya yapılan ihanetin bıraktığı hasarın, kapanmayan yaraların karşılığı…

Tek hassasiyetim; masum halktan yana. Umarım halk maruz bırakıldıkları şiddet ortamına ek olarak daha kötü günler yaşamazlar.

Bireysel dünyamda pozisyonum bu şekilde, ülkeler arası ilişkileri de yine aynı netlikte ifade etmeye gayret edeyim.

Tıpkı hissiyatım gibi rasyonel olacak ülke ilişkilerine dair fikrim de.

Görüntüde acayip “samimi”, hakikatte buz gibi. En sevmediğim ilişki biçimidir.

Gizli gündemi olan, söylemlerinin inandırıcılığının yüzde on olduğu, her an pusuda hissi ve ufak bir kırılmada sakladığı hançeri çıkaracak gibi bir beklenti…!

Bu yaklaşımın kaynağının; tarihte kala/maya/n ve güncel acı hatıralara dayandığını yazmak gerekir.

İran ne zaman ihtiyacımız olduğunda bize koşmuş? Ne zaman hakiki stratejik ortak olarak davranmış? Mesela, Türkiye terörle boğuşurken ne yapmış? İran Türkiye’nin güneyindeki bölgeleri Şiileştirmeye çalışmış mı? Türkiye, Karabağ kurtulurken askeri destek verdiğinde İran ne yapmış? Türkiye’yi Orta Asya’daki Türk cumhuriyetlerine bağlayacak olan Zengezur Koridoru’nun açılmaması için ne kadar güçlü karşıtlık sergilemiş?

Yani demem o ki, Siyonistlere yaslanmış bir rejim olsa ancak bu kadar olumsuzluk olabilirdi aramızda.

İran’ın mezhebi dini bir yapı tarafından yönetilmesiyle, Siyonist anlayışa yaslanmış seküler bir yapı tarafından yönetilmesi ülke olarak bizim açımızdan çok fazla bir fark oluşturmuyor.

Tek rasyonel olumsuz sonucu şu olabilir; rejimin değişmesi gibi bir durum söz konusu olursa İran ve İsrail arasında enerji ve ticaret yolları bağlamında ortaklıklar gelişebilir.

BU ÇEKİŞMEDE KİM KAZANIR?

Bu çatışmada İran’ın istihbari zaafiyetinin olduğu çok bariz görünmekte. Ülke neredeyse Mossad ajanlarının istilası altında. Fakat her şeye rağmen uzun soluklu savaşabilecek insan kaynağı ve donanıma sahip olduğunu düşünebiliriz. Irak ile on senelik savaş tecrübesi ve ardından bölge ülkelerinde vekaletler üzerinden yayılma ve çatışma tecrübesi düşünüldüğünde önemli bir birikimleri mevcut. Bu yaşanmışlığın getirdiği bir dayanıklılık ve tecrübe sahaya yansıyabilir.

İsrail’in de zaafiyetleri yok değil. Her ne kadar ABD desteği olsa da İsrail toplumunun direniş bağlamında ne refleks vereceğini bilmiyoruz. İsrail halkı bu anlamda denenmedi. Sığınaklarda yaşam süresi uzarsa İsrail içinde her şey olabilir. Bu kapsamda sürprizler bekleyebiliriz. Bakalım yaşayıp göreceğiz.

İSRAİL’İN TÜRKİYE’Yİ HEDEF ALMASI İÇİN İRAN’IN ÇÖKMESİ GEREKMİYOR

Yaygın bir tez şunu vaz ediyor; “Türkiye, İsrail’in hedefinde. İran çöktükten sonra İsrail, Türkiye’yi hedef alacak.”

Şahsen bu teze katılmıyorum. İsrail’in Türkiye’yi hedef alması için İran’ın çökmesi gerekmiyor. Türkiye zaten uzun zamandır hedefte.

Evanjelist-Siyonist çeteler zaten bağımsız politikalara odaklı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı uzun zamandır hedef almış durumdalar.

Sn. Erdoğan’ın 2009’daki “one minute” çıkışı hedefe oturmanın miladı sayılabilir.

Bu bağlamda Cumhurbaşkanımız sayısız suikast atlattı. Türkiye ise sürekli tuzaklara maruz bırakıldı. PKK’nın saldırıları, Sur olayları, Gezi olayları, yargı darbesi girişimi ve 15 Temmuz kanlı darbe girişimi en öne çıkanları arasında.

Yani demem o ki Türkiye zaten hedeftedir. Ve fakat Türkiye güçlenerek yoluna devam etmektedir.

Türkiye, ABD, İsrail ve bilumum Avrupa ülkesinin parmağının da olduğu oyunları bozmakta ve bölgesinde güvenli liman olarak daha da kök salmaktadır.

Allah ülkemizi, inançlı kadroları ve liderimizi korusun.