Partilerle ilgili konuşmalar genellikle, “Partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır” cümlesi ile başlar. Doğrudur. Demokrasi açısından partilerin yeri gerçekten de kritik önemdedir.

Partiler sadece seçmenin iradesini iktidara taşımazlar; siyaset alanında örgün eğitim-öğretim kurumu görevini icra ederler. Takipçilerini bilgilendirir, demokratik bilinci artırır, analiz yeteneklerini geliştirirler. Üyeleri âdeta öğrencileridir. Ders verirler, sosyalleştirirler, öteki ile tanıştırırlar, empati potansiyellerini artırırlar.

BAŞTA, ORTADA VE SONDA

7 aydır, ülkemizin kimsenin uzak kalamadığı bir gündemi var. ‘Terörsüz Türkiye’yi konuşuyoruz. İYİ Parti, sürece tepkiyle yaklaşan, itiraz eden bir parti.

Genel Başkan Müsavat Dervişoğlu, en başta, başlatılan girişimi, ‘rafa kaldırılan ihanet sürecinin yeniden yürürlüğe konulması’ olarak tanımladı. Devamını da benzer şekilde getirdi.

Sözlerinden bir demeti hatırlayalım...

“Bu filmi bir daha çekemeyeceksiniz. Bu millete de bir daha seyrettiremeyeceksiniz.”

“O cani başı, bizi çiğnemeden Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne giremez”

“İlk gün söyledim, yeniden hatırlatayım; bunların pişirdiği aşın malzemesi zehirdir.”

“50 bin insanın katilini Meclis’e davet edebilme cüretinden, 4 Mayıs’ta Malazgirt’te PKK’ya kongre toplamayı önerebilenlerden bahsediyorum.”

7 Mayıs Çarşamba günkü son grup toplantısında; “Hainle, teröristle, devlet ve millet düşmanlarıyla pazarlık etmeyecek, ettirtmeyeceğiz! Türk vatanına namahrem eli değdirtmeyeceğiz! Yılmayacağız, yıkılmayacağız, başaracağız!”

En baştaki ile en sondaki ifade arasına düz bir çizgi çizilebiliyor. Hepsi birbirinin benzeri, neredeyse hiç değişmeyen sözler.

Özeti; alayına isyan, tamamına itiraz, hepsiyle kavga…

TEPKİSEL SİYASET

Tepkisel siyaset böyledir. Sorunları tarihî seyir içinde ele almaz, gelecek perspektifinde analiz etmezsiniz. Düşman bellediğinizi takip edersiniz ve onun tam karşısına konumlanma becerinizi geliştirirsiniz.

Başta “ihanet” dediğinizi bir daha gözden geçiremezsiniz. Siyasi varlığınızı çatışma paradigması üzerine kurarsınız. Artık bunu değiştirmemeye yeminli gibisinizdir. Terörün olmadığı bir zaman diliminde siyaset yapmaya hazırlanamazsınız. “Çatışma varsa varız, yoksa yokuz!” demeye başlarsınız. Tuzak aramaktan, her sabah yeni bir komplo teorisi üretmekten yorulmazsınız.

DİYELİM Kİ…

Diyelim ki örgüt silah bıraktı, kendini feshetti, terör sona erdi. İYİ Parti ne diyecek? Polemik mi yapacak? Sözü mü bulandıracak? Barışı mı kötüleyecek?

“Karşılığında ne verdiniz?” sorusunu nereye kadar sündürebilecek?

Diyelim ki terör sona erdirilemedi. İYİ Parti “Ben size demiştim” mi diyecek? Bunu söylemenin zemini oluşsa bile söylemenin anlamı olacağını mı düşünüyor?

Biri çıkıp, “Sen destek olsaydın belki de sonuca ulaşacaktık!” dese ne cevap verecek?

Partiler tarihin kırılma anlarında, zamanın dayattığı karar alma süreçlerinde sorumluluk almaktan kaçamazlar. Söz söyleme sorumluluklarını retorikle geçiştiremezler.

ÖNERİNİZ NE?

Askerî vesayet sona erdi. Terörün çözümünü askere havale edip daraltılmış alanda, azaltılmış fonksiyonlu siyaset yapmak geride kaldı.

İYİ Parti, “Bu büyük millet hiçbir meselesini askere havale etmez, dış konjonktüre de umut bağlamaz” diyerek meydan yerine çıkabilirdi. Hâlen de çıkabilir.

İlk günden başladığı “Sizi kandırıyorlar, ayak oyunu bunlar, canileri muhatap almayız” söyleminin siyasetle ilgisi olmadığını fark edip vazgeçebilirdi. Hâlen de yapabilir.  

Partinin internet sitesinde, Genel Başkan imzalı bir metin yer alıyor. Bir anlamda manifesto. İYİ Parti’nin ‘güneşi’, ‘sevgisi’, ‘değerleri’, ‘töresi’, ‘derdi’ ara başlıklarının ardından ‘itirazı’, ‘kavgası’, ‘isyanı’ diyerek devam ediyor.

Bu kompozisyon, İYİ Parti’nin dilini, durduğu yeri, kimliğini yansıtması açısından önemli ipuçları veriyor. Bu ara başlıklara diyeceğimiz olamaz. Ancak partinin ‘hedefi’nin, ‘hayali’nin, ‘umudu’nun da anlatılması gerekmez miydi?

TERSİNE YOLCULUK

Bu hâliyle İYİ Parti; Cumhur İttifakı’nı değil, siyaseti eleştiriyor. İktidarı değil, siyaseti kötülüyor. İktidarın karşısına değil, siyasetin karşısına dikiliyor.

Hiçbir parti, tepkiselliği politika edinerek merkeze yürüyemez. Siyasi merkezin periferisindeki, orta büyüklükte bir parti olarak bile ayakta kalamaz. Bağırarak, bağırmayı tarz edinerek genel seçmene, topluma seslenemez.

Söylediklerinizin duyulmasını, dediklerinizin anlaşılmasını istiyorsanız sesinizi biraz kısmalı, tepkinizi normalleştirmelisiniz. İtiraz ettiklerinizin yanına önerdiklerinizi de koymalısınız.

BARIŞTAN KORKAN PARTİ

Barıştan korkan parti olur mu? Hadi adına “barış” demeyelim. Zira, “Küsmedik ki barışalım” deniyor ki; bir bakıma doğrudur. Bir parti, terörsüz bir dönemin gelmesinden tedirgin olur mu? Terörün ortadan kalkıp sözün gerçek ve geçerli olmasından ancak teröristler korkar. Çünkü onların sözleri yoktur, silahları vardır. Var zannettikleri sözleri, silahlarının gölgelerinden ibarettir.

Varlığını terörle ilişkilendirmiş bir örgüt, silah bırakmayı konuşabiliyorsa bir parti neden konuşmaz? Mutlaka merkezden konuşması, devletin ayak izlerini takip etmesi gerekmiyor. 40 yıllık, vadesi çoktan dolmuş ezberlerden başka bir diyeceği, bir önerisi olmaz mı? Retorikten başka ifade biçimi yok mudur?