Gittikçe daha çok insanla temas hâlindeyiz, ama paradoksal biçimde hiç bu kadar yalnız olmamıştık. Sosyal medya, iletişim araçları, bitmeyen bildirimler… Hepsi “bağlantı” vadederken, aslında bizi birbirimizden uzaklaştırıyor. Artık göz göze gelmeden geçirilen günler, dijital beğenilerin yerini doldurmaya çalıştığı ilişkilerle dolu. Bu çağda yalnızlık, sessizlikten değil; gürültünün içindeki anlamsızlıktan doğuyor. Kalabalıklar içinde var olmaya çalışırken, kendimizi görünmez hissediyoruz.

Oysa insanın ruhu, samimiyetle beslenir. Gerçek bir bakış, içten bir tebessüm, yargısızca dinleyen bir dost… Bunlar modern çağın unuttuğu en kıymetli hazineleridir. Ancak hız çağında sabırla dinleyen insan azaldı. Herkes konuşmak, anlatmak istiyor ama kimse anlamaya yanaşmıyor. Bu yüzden her bildirim sesinin ardında biraz daha eksiliyoruz. Belki de yeniden insanlaşmanın yolu, bir ekranı değil bir yüzü izlemekten; bir mesaj yerine bir sesi duymaktan geçiyor.

Yalnızlık artık dört duvar arasında değil, en kalabalık ortamlarda bile kendini hissettiriyor. Çünkü insan kalabalığın ortasında bile anlaşılmadığında, derin bir sessizliğe gömülür. Oysa anlamak ve anlaşılmak, bir lüks değil; insana dair en temel ihtiyaçtır. Gerçek iletişim, kelimelerin ötesinde bir kalp temasında gizlidir.

Belki de bu çağın en büyük devrimi, susup birbirimizi gerçekten dinleyebilmek olacaktır. Bir dostun gözlerine bakmak, bir çocuğun sesini duymak, yaşlı birinin hikâyesini sabırla dinlemek… Bunlar unuttuğumuz ama yeniden hatırlarsak bizi iyileştirecek şeylerdir. Çünkü insanı yalnızlıktan kurtaran, çok insan değil; bir yürek dolusu samimiyettir.