“Tiyatro, birçok insanın, bir an, böyle birbirini göremez halde bir noktaya bakıp, bir çerçeve içinde her gün yaşadığı hayattan bir parça gösteren bir sanat şekli… Bunu, bugünkü modern vasıtalarla daha renkli anlatmak lazım gelirse, karanlıkta bir kaleodeskop gibi, bir sırmalı çerçeve içinde hayatın aynını tasavvur etmek ve yaşamak…” der üstad Necip Fazıl Kısakürek tiyatro ve tesiri üzerine yaptığı konuşmada ve şöyle devam eder: “Tiyatro, insanoğlunun en susadığı hadise olan aksiyonun taklidini veren hayat çerçevesinin bir tecellisi, bir tahayyülü ve ayrı bir taklidi…”

Tiyatro üzerine en güzel tariflerden biridir Üstadın yorumu ve sahnenin insandan üstün birşey olmadığını hatırlatır bana. Taklittir, tahayyüldür, yorumdur neticede… Derdi anlatmak için aracıdır. Estetik katar, ufkunuzu geliştirir, hayal dünyanızı zenginleştirir… Velhasıl kişiye değer kazandıran tarafları vardır. Mühimdir! Ama kutsal değildir! Babam öldü yine de sahneye çıkmalıyım anlayışını o yüzden doğru bulmuyorum. Ortada bir acı varsa, birilerini eğlendirmeye devam etmek insanın ruhi yapısına ters bir durumdur zannımca.

Elbette hayat devam ediyor. Lakin hemen o an değil. Bazen acıyı yaşayana saygı gerekir ya da üzüntünün çöktüğü yüreklere sabır. Haluk Bilginer 2010 yılında yaptığı bir röportaj da, “Babam ölürse ben sahneye falan çıkmam. Bu kadar içini yakan bir şey varken, ‘Çok üzgünüz ama show must go on’ demek, bırakın bu işleri yani…” dediği için bazı sanatçılardan ciddi eleştiriler almıştı. Kimisi bu sözleri etik bulmadı, “ne demek efendim ne olursa olsun perde kapanmaz” dedi. Cenazesi olan biri oyun izlemeye gider mi? Hayırsa cevabınız, peki ‘oyuncu neden sahneye çıkar?’ sorusuna da bir cevabımız olmalı? Mantıklı bir şey söyleyin lütfen. Evet aşırı derece de cahiliz size göre, öyle değil mi!

Kurumun adının ya da oyuncunun kim olduğu mevzumuz değil, bu bakış açısının bir örneğini geçenlerde yine yaşadık. Protokolün katılacağı bir açılış gösteriminde son gün oyunculardan birinin babası vefat etmişti. Cenazesi ertesi gün kalkacak ve o gün o oyuncu sahneye çıkması gerekiyor. Tabi ki sahneye çıktı. Tebrikler, alkışlar… Hatta böyle acılı bir günün de görevini tamamlamış olduğu için ayrıca takdir edildi. Bize garip geldi bu durum! Sizce de tuhaf değil mi! Ya ne olacaktı başka? Oyun iptal mi olsun? Olmasın ama üzüntüsü olan oyuncuya müsaade edilsin. “Kolun çıksa, başın kopsa oynayacaksın” tutuculuğundan vazgeçin bir zahmet.

Bundan seneler evvel Nedim Saban’ın yönettiği “Leyla’nın Evi” oyununda rol alan Onur Bayraktar vefat etmiş, ertesi gün rolünü oyunun yönetmen yardımcısı Bülent Seyran elinde tekstle oynamaya çalışmıştı. Bu durumu ticaret olarak değerlendirenler, seyirciye saygısızlık diyenler, perde kapanmaz lafını abartmışlar diye eleştirenler oldu. O dönem oyuncu Derya Alabora, “Sahnede birlikte oynadığım biri öldüğü zaman ben zaten oynayamam. Çok sevdiğiniz bir insan yok oluyor hayattan ve hiçbir şey olmamış gibi o oyuna devam etmek mümkün değil. Birkaç gün oyuna ara vermek lazım. Öbürü bana çok duygusuz ve tamamen ticari geliyor.” demişti.

Yaptığın her ne ise ona saygı duymak, titizlenmek, kaliteli olması için uğraşmak, çaba sarf etmek, yorulmak bunlar takdir edilmesi gereken özellikler. Hele de sanatı aracı kılarak üretim yapan emekçilere saygımız ayrı. Profesyonellik adı altında insan duygularını yok saymak ise işte bunu kabul edemiyoruz, kusura bakmayın…