Dünya Bankası Türkiye Ofisi Başekonomisti’nin sözleri aslında sıradan bir tespit değil, uzun zamandır halkın hissettiği bir gerçeğin bilimsel teyidi: Türkiye, küresel krizlerden en fazla yara alan ülkelerden biri. Bu cümle, rakamlardan çok hayatlarımızdaki gerçeği tarif ediyor. Çarşı pazarda, mutfakta, iş yerinde, okulda ve en çok da ailelerin bütçesinde yaşanan daralmayı özetliyor.

Peki neden? Neden her küresel dalgalanma Türkiye’de kat kat büyük yansımalarla hissediliyor? Bunun cevabı hem ekonomik modelde, hem de toplumsal kırılganlıkta gizli.

Türkiye, üretim yapısı itibarıyla ithalata yüksek derecede bağımlı bir ekonomi. Enerjiden ara malına kadar pek çok kalem dışarıdan geliyor. Dışarıda fiyatlar oynadığında, kur dalgalandığında, doğrudan enflasyonla yüzleşiyoruz. Başka ülkelerde belki sadece maliyet artışı olurken, bizde sofraya gelen ekmeğin fiyatı değişiyor.

Enflasyon, özellikle sabit gelirli ailelerin hayatını derinden etkiliyor. Maaşlar yılda bir kez artıyor ama pazar, market, kira her hafta yükseliyor. Bu yüzden halkın alım gücü giderek eriyor. Dünya Bankası’nın tespiti de tam olarak burada kendini gösteriyor: Kriz sadece makro verilerde değil, mikro hayatlarda derinleşiyor.

Devlet zaman zaman sosyal yardımlarla dar gelirliyi desteklemeye çalışıyor. Ancak bu destekler artan enflasyon karşısında sınırlı kalıyor. Yardım paketleri, ailelerin mutfağındaki yangını söndürmekten çok, yalnızca alevleri biraz geciktiriyor. Krizlerin ağırlığını sırtlanan halk, ay sonunu getirmek için borçlanmak zorunda kalıyor. Banka kredileri, kredi kartları bir can simidi gibi görülüyor ama aslında yeni bir yük yaratıyor.

Krizlerin Psikolojik Yansıması

Ekonomik zorluk sadece cüzdanı etkilemiyor. Aile içi huzursuzluk, gençlerin umutsuzluğu, göç etme eğilimi de bu sürecin doğal sonuçları. İşsizlik ve belirsizlik, özellikle gençler arasında gelecek kaygısını büyütüyor. Üniversite bitiren bir gencin hayali artık bir işe girmek değil, yurt dışına çıkabilmek. Bu da aslında ülkenin en büyük beşeri sermayesinin dışarıya akmasına yol açıyor.

Neden Daha Ağır Etkileniyoruz?

Küresel krizler aslında tüm dünyayı sarsıyor. Ancak bazı ülkeler güçlü üretim, sağlam kurumsal yapı, mali disiplin sayesinde bu dalgalanmaları daha az hissediyor. Türkiye’de ise yapısal kırılganlıklar nedeniyle küçük bir dalga bile büyük bir fırtınaya dönüşüyor. Cari açık, yüksek dış borç, döviz ihtiyacı, siyasi belirsizlikler… Hepsi birleşince krizler Türkiye’de “çok daha ağır” sonuçlar doğuruyor.

Çıkış Yolu Var mı?

Elbette var. Türkiye’nin üretim modelini güçlendirmesi, ithalat bağımlılığını azaltması, bilim ve teknolojiye yatırım yapması şart. Ayrıca, gelir adaletini gözeten sosyal politikalarla halkın üzerindeki yükün hafifletilmesi gerekiyor. Kısa vadede ise güven artırıcı adımlar, öngörülebilir ekonomi yönetimi ve şeffaflık, en az ekonomik göstergeler kadar önemli.

Halkın Direnci

Unutmamak gerekir ki, Türkiye halkı tarih boyunca pek çok zorluğu göğüsledi. Bugün de mutfakta kaynayan tencereyi, eksilse de kaynatmaya çalışan anneler; borç içinde bile evladına eğitim imkânı sunmaya çabalayan babalar; işsiz kalsa da pes etmeyen gençler var. Krizlerin en ağır yükünü onlar taşıyor.

Dünya Bankası’nın tespiti aslında bir uyarı: Türkiye’nin ekonomik kırılganlıkları giderilmezse, küresel her sarsıntı bu ülkenin insanına katmerli bir yük olarak dönecek. Halk bunu çoktan hissetti. Artık karar vericilerin de bu hakikati görmek ve kalıcı çözümler üretmek sorumluluğu var.