Yazmak eylemini söküp alıversek hayatın içinden, dini, ilmi, felsefi, ticari, hasılı maddi-manevi tüm alanların uğradığı felçle temel reflekslerimizi yitiriveririz.

Harflerin, rakamların ve sembolize edilmiş şekillerin tümü, ilkin “Kaleme içilen and” ile asırlardır, sonra Sümerlerden beridir ki, 5500 küsur yıllık bir maziye sahip “yazmak” ihtiyacının elzemliğini kanıtlar.

“Söz uçar yazı kalır.” Ve böylece geçmiş ile an, an ile gelecek zaman arasında kayda alınmış tecrübeler üzerinden bağ kurulabilir.

Fakat görünen odur ki, matbu kayıtlar dijitale evriliyor. Global pazarda, dolar endeksinin her ürüne olduğu gibi kâğıdın maliyetine yansıyan etkisi ile yazı artık gerçek vasfı ile değil, sanal ortamda kayda geçiriliyor.

“Varak” yani ki evrak üzerinden izi sürülen tarihin, ilmin, bilimin, edebi eserlerin, hasılı medeniyet vesikalarının tümü kağıdın pahalılığı ile ekranlar üzerinden takibe zorlanılıyor.

Gönüllülük esasına dayalı pek çok dergi, yerel gazete, başvurular, resmi evraklar, ticari işlem süreçleri internetin hızına ve kolay erişilebilirliliğinde somut matbu evrakını yitiriyor.

Evrak hantallığından kurtulduğumuz, kâğıt üretimi için ağaçların kesilmesinden sorumlu tutulmadığımız, selüloz gibi hammadde pahalılığından korunduğumuz evraksız türlü işlem hacmimizin dijital ortama hapsolması rahat, kolay ve hızlı olabilir. Peki ya, postmodern zaman tabir edilen yaşadığımız dönemin silahlarından “Siber” saldırıları hesaba katmamalı mıyız?

Bir gün uyandığımızda, harflerini ve alimlerini yitirmiş bir coğrafyanın insanı olarak, matbu kayıt görevine gönüllülük esası ile talip olmuş, yazmayı ibadetten, olup biteni kayda geçmeyi vazifeden bilen bizler için bir sabah uyandığımızda, dini prensiplerimizin, köklü tarihimizin,  insanı insan kılan erdemlerimizin olası bir siber ipotekle sıfırlanmayacağını nasıl garanti altına alabiliriz.

Bu kaygının bir garantörü olduğunu sanmıyorum. Hatta bu duyarlılığın taşındığına da inanmıyorum. Anı kurtaran ve tasarrufa kültürel yatırımlardan başlayan bir devletin medeniyet tasavvurundan söz etmesini de masala saymaktan kendimi alamıyorum.

Esefle belirtmeliyim ki, 2019 yılının tasarruf listesinde dergiler ilk sırayı aldı ve devlet abone miktarını düşürerek değerleri kayda geçen, geleceğe evrak olarak kalacak gayretimizi takdir etmek yerine, ayakta kalabilme sürecine sürüklendik.

Görmüyorlar mı ABD ve Avrupa ülkelerinde, halkın düşünce yetisini kaybetmeleri için gıda sektörünü pompalayan bir politika uygulanıyor ve musluğun başını tutanlar hariç tüm halk televizyon karşısında fast food tüketerek köreltiliyor.

Obezite sari bir hastalık gibi yaygınlaşıyor. Bu Batı için bir plan bana göre. Çünkü, yaşamak için yiyenler fikredebilir, ancak yemek için yaşayanlar, inançlarını, erdemlerini, değerlerini, prensiplerini hiçe sayarak yol alır.

Böylece yemekten başka derdi olmayanların yönetilmesi ne de kolaydır. Öyle ya, tepkisiz halk yaşasın iktidar!

Görünen o ki, Batı ülkelerinin halklarına uygulanan bu planın artık ülkemize uyarlanma vakti gelmiş. Hangi kanalı açsak yemek programı ile karşılaşmamızda bundan.

Reklamların %80’i gıda sektörü üzerinde dönüyor. Kitap, dergi, gazete gibi evraksal üretimlerin reklamı ise yok. Olması da mümkün değil, çünkü pek çoğu gönüllülük esasına dayalı gayretlerle hayata kazandırılıyor ve yetkili merciler tarafından desteklenmiyor.

Evet, ısrarla Kültür ve Turizm Bakanlığımızın 2019 politikasını “Kültürel perhiz ve bedensel iştah” olarak belirlediklerini iddia ediyorum. Ve illa bozulmuş bir gıda ile zehirlenilmeyeceğini, gıda pompalaması ile fikren zehirleneceğimizin ve reflekslerimizi yitireceğimizin, “Lapacı” bir millet olup çıkacağımızın çan seslerini işitiyorum.

Bir zamanlar büyüklerimizin ekmeği az ye, aklın çalışmaz uyarısını kıymetli buluyor, “lapacı” tabir edilen tembellikten imtina etmeyi geleneksel yanımla öngörüyorum ki, Batı ülkelerinde halkın tepkisizliğini fikri direnişten yoksun oluşunu kültürel perhiz, bedensel iştaha yoruyorum.

Karnı tıka basa dolu, fikri boşalmış mü’min tanımı olmadığından tepkisizliğe hayır demeyi prensipten sayıyoruz. Ve 2020 yılında matbu neşriyata bütçe ayrılmasını, Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığım Kültür Ajanda Dergisi ve tüm dergilerin Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü’nce desteklenmesini hassaten diliyorum.