Nesiller arası çatışma ne zaman ortaya çıktı? İhtiyarlar “Bu gençler bizi hiç anlamıyor” demeye ne zaman başladı? Gençler “Bu ihtiyarlar bize ayar vermekten ne zaman vazgeçecekler” diye söylenmeye nerede ve zaman başladı? Geleneksel toplum hayatının küçük gruplar halinde yaşandığı, karşılıklı olarak daha çok haşır neşir olunduğu zamanlarda muhtemelen bu sorular daha az soruluyordu. Çünkü bilgi tecrübeye dayandığı için yaşlı kuşak her zaman daha çok şey biliyorlardı. Gençler büyükleri takip ediyor, az ve öz bilgileri ile mutlu-mesut hayatlarını tamamlıyorlardı.

Kuşak çatışması daha çok şehir kültürünün egemen olduğu dönemlerde ortaya çıktı. Köy hayatında atalarından kalan mirası yeni nesillere aktarıp onun keyfini yaşayan ihtiyarların pabucu şehir hayatıyla birlikte “Dama atılma”ya başladı. Şehir, insanın kontrolünden çıkmış, sınırları çok belli olmayan, bir ömür boyu birbirini hiç görmeden yaşayanların yurdudur. İsmet Özel “Üç Frenk Havası” şiirinde şehrin belirsizliği içinde insanın geldiği noktayı “Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin” diye tanımlıyor.

Şehir bireyselleşmenin, yalnızlaşmanın, tek başına mücadele etmenin yeridir. O nedenle şehirde “Biz” duygusundan çok “Ben” duygusu ağır basar. Şehir kuşak çatışmalarının mekânıdır. 100 yıl geriye giderek nesilleri sınıflandırdılar. Ne hikmetse alfabenin başından başlamak yerine sonuna yakın bir yerden başlayarak X, Y, Z kuşağı diyerek insan neslinin sonunun geldiğine işaret ediyorlar. Çünkü insanoğlu garip bir yaratık, tarihi hep ayağının bastığı yerden başlatıp yakın zamanda da sonunu görmek gibi bir acelecilik içerisinde. Z kuşağıyla sonu beklerken onunla son gelmeyince şimdi de “Alfa” kuşağı diye bir şey icat ettiler. Tıpkı “Tarihin sonu” diyerek gidecek bir yer kalmadığını ifade etmek gibi…

Evet, yaşadığımız çağda nesiller birbirinden oldukça farklı tecrübeler yaşıyorlar. Bütün değişimlerin arkasında “teknoloji” yatıyor. Artık sadece şehirden söz etmek anlamsız çünkü dünya ölçeğinde bir şehirde yaşıyoruz. Bilge insanların yerini “akıllı makineler” alıyor. Bir bilgi alma ihtiyacı duyduğumuzda elimizdeki cep telefonundan “yapay zekâya” soruyor, bilmemiz gerektiğinden fazlasını öğreniyoruz.

Teknolojinin getirdiği yeni dünyada binlerce yıldır birbirine bağladığımız ve bağlandığımız kültür, medeniyet, ahlak ve maneviyat işin neresinde duruyor? Hani bir zamanlar diyorduk ya, “Batı’nın teknolojisini alalım ama medeniyetini almayalım.” Fakat gelinen noktada öyle olmadı; teknolojiyi alan medeniyeti de aldı. Şimdi artık teknoloji sadece ambalajdan, fizikten ibaret değil, her teknoloji bir “içerik” ile geliyor. Teknolojiyi elinde tutanlar, muhtevayı (içeriği) de elinde tutuyor.

Hatta bütün makineleri akıllı hâle getirip birbirine bağlayanlar bir “üst akıl” olarak dünyaya yön veriyorlar. Peki, buradan çıkış var mı? Bu ve benzeri soruları daha çok sorarak insanlığın hayrına olan teknoloji ve içerikleri üretecek iyi niyetli, samimi, dürüst ve erdemli üst akıllara ihtiyaç var. Ancak şu anda teknolojiyi ve içeriği üretenlerin büyük çoğunluğu “şeytani” hesaplar peşindeler. Allah sonumuzu hayr eylesin.