Var olmanın muhteşem armağanıyla başlayan yaşamımız, aldığımız her nefeste hissedilen müthiş ve eşsiz bir hazdır.
Hayata sımsıkı sarılmak, içimizdeki umut ışığını takip etmek tarif edilemez bir mutluluktur.
Umut, en karanlık dehlizlerde bile parlayan ışığımız ve zorluklara karşı tek direncimizdir.
Hayatın inişli çıkışlı yollarında bedenen soluk alıp verirken ruhen can çekişmenin kahredici ağırlığını hissettiğimiz o kasvetli yüzü de var madalyonun.
Yaşarken ölmek, varoluşun acı inkârı ve kalabalıklar arasında bir gölge misali süzülmek…
Zorluklar bizi umutsuzluğun soğuk girdabına sürükleyebilir, lakin fırtınalar ne denli amansız eserse essin, aslolan yaşamın değerliliğine sığınmak ve sönmeye yüz tutmuş yaşam ateşini yeniden alevlendirmektir.
Yaşamak ve ondan da mühim olan, yaşatmak...
Yaşatmak için atılan her adım, ne kadar küçük görünürse görünsün, kâinata bırakılmış en değerli izdir.
İçten bir tebessümle bir kalbe dokunmak, bir düşeni yerden kaldırmak, yaralı bir ruha merhem olmak, kısacık varoluşumuza paha biçilmez bir değer katan soylu eylemlerdir.
Yaşatmak için yaşamak, yorulmaksızın çalışmak, bizi millet yapan en yüce ideallerdendir.
Her yeni gün, önümüze serilen bembeyaz bir sayfa, lekesiz, tertemiz bir davetiye misali....
Ruhumuzun derinliklerinden süzülen her şeyi, tüm düşlerimizi korkusuzca işlemeliyiz o sayfaya.
Nihayetinde ortaya çıkacak o eser, bizzat bizim özgün kalemimizle hayat bulmuş bir kitap olacak.
Düşündüklerimiz, tavırlarımız, eylemlerimiz bu eşsiz kitabın mürekkebi olacak.
Kendi kaderimizin kitabını, kendi özgür irademizle bizzat kendimiz yazıyoruz.
Yazdıklarımız ya bir onur nişanesi ya da yüzümüzü kızartan bir utanç vesikası olacak.
Öyleyse elimize sımsıkı tutuşturulmuş o kudretli kalemi, yani irademizi ve potansiyelimizi fark etmeli ve ruhumuzu okşayacak, vicdanımızı rahatlatacak iyi şeyler yazmalıyız.
Karamsarlık bulutlarına esir olmak yerine, her yeni günü paha biçilmez bir fırsat bilmeliyiz.
Ne yazık ki, toplum olarak kötülüğün yayılmasına, adeta sıradanlaşmasına müsaade eder hale geldik.
Temel insani değerlerin ayaklar altına alındığı, şiddetin kol gezdiği olaylara tanık oluyoruz, ve dahası, bu olumsuzluklar karşısındaki ürkütücü kayıtsızlığı, kanıksanmışlık halini yaşıyoruz.
Kötülük, sanki daha hızlı yayılıyor, toplumun dokusunu zedeliyor.
Kötülüğü kanıksamak, onunla yaşamaya alışmak, bir toplum için en büyük tehlikedir.
İyiliği çoğaltacak ve kötülüğün etki alanını daraltacak ciddi adımlar atmalıyız.
Yaşanabilir bir toplum, ancak bu mücadeleyle mümkündür.
Tüm bu iç ve dış mücadelemizde, öncelikle kendi içimize dönüp bir durum değerlendirmesi yapmalıyız.
Sorunların çözümü, sadece konuşmakla değil, samimiyetle davranmakla ve söylediklerimizi ilk önce kendimizin içselleştirmesiyle mümkündür.
Esas olan, söylediklerimizi ne kadar benimsediğimiz ve hayata geçirdiğimizdir.
Göründüğümüz gibi olmak ve olduğumuz gibi görünmek esastır.
Sözümüzle özümüz bir olmalı ve herkese insanca davranmak durumundayız.
Başarıyı dünyevi şeylerde değil, insanların kalbine dokunacak samimi tutum ve davranışlarda aramalıyız.
Alçakgönüllü ve mütevazı davranmak insani bir görevdir.
Kendi sorumluluklarımızdan kaçıp işin kolayına gitmek yerine, birbirimizin haklarına duyarlı olmalıyız.
Ve kendimize bari dürüst olalım, kabul edelim, ilerlemeyi ancak samimi bir iç hesaplaşmayla kaydedebiliriz.