3 Ekim 2022 tarihinde Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu başkanlığında geniş bir Türk heyeti Libya’yı ziyaret ederek, Birleşmiş Milletler tarafından tanınan meşru hükümet olan Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile Libya topraklarında ve kıta sahanlığında petrol ve hidro-karbon kaynaklarının aranması ve işletilmesine yönelik mutabakat muhtırası imzaladı.

Bu anlaşma ile Türkiye’nin son dönemde envanterine almış olduğu sismik arama ve sondaj gemileri de dâhil olmak üzere tüm bilgi birikimi ve teknolojisini kullanarak Libya’nın sahip olduğu bilinen yaklaşık 30 trilyon doları bulan petrol ve hidro-karbon kaynaklarının çıkarılması ve işletilmesi hedeflenmiştir. Ancak hem Libya hem de Türkiye’nin menfaatine olduğu muhatapları tarafından özellikle belirtilen son anlaşmanın imzalanması aslında pek de kolay olmamıştır.

Hatırlanacağı üzere Türkiye ile Libya arasında 27 Kasım 2019 tarihinde, “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına ilişkin Mutabakat Muhtırası” ile “Güvenlik ve Askeri İş Birliği Mutabakat Muhtırası” olmak üzere iki anlaşma akdedilmişti.

Ancak petrol ve hidro-karbon kaynaklarına yönelik anlaşmanın mümkün olabilmesi için öncelikle Türkiye’nin de desteklediği meşru hükümet olan UMH’nin ayakta kalması gerekiyordu. Böylece Türkiye ile Libya arasında imzalanan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ve münhasır ekonomik bölge anlaşmasıyla belirlenen bölgeler güvence altında olabilecekti.

Öyle ki bu hat Doğu Akdeniz’in anahtarını Türkiye’ye teslim ediyor ve Türkiye’nin izni ve onayı olmaksızın hiçbir projesinin hayata geçirilmesine izin vermiyordu. Tabi ki bu durum bölgede Doğu Akdeniz Doğalgaz Boru Hattı projesi gibi farklı planları olanları ise ziyadesiyle endişelendirmişti. 

İşte bu kadar önemli olan bu anlaşmanın ayakta kalabilmesi için, bölgede askeri varlık bulundurulması gerektiğini hesap eden hükümet, 30 Aralık 2019 tarihinde UMH’nin de talebi ile taraflar arasında imzalanan Güvenlik ve Askeri İş Birliği Mutabakat Muhtırası gereğince Libya’ya asker gönderme yetkisini talep eden bir tezkereyi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne göndermişti.

Ancak bölgedeki hak ve menfaatlerimizin korunması için bu denli öneme haiz bu tezkereye, başta ana muhalefet partisinden olmak üzere bazı siyasilerden itirazlar gelmiş ve “ne işimiz var Libya’da?” denilerek konu bağlamından çıkarılıp, bu süreç bir devlet politikası değil de sanki parti politikasıymış gibi gösterilmeye çalışılmıştır.

Artık gelinen noktada Türkiye’nin bölgedeki menfaatlerinin korunması ve devamı için tezkerenin desteklenmesinin ne kadar gerekli olduğu ortaya çıkmıştır. Eğer Türkiye Libya’ya asker gönderip UMH’nin ayakta kalmasını sağlamasaydı, ne MEB anlaşmasından ne de petrol ve hidro-karbon anlaşmasından bahsetmek mümkün olabilirdi.

Sonuç olarak, Türkiye yürüttüğü diplomasi ve ortaya koyduğu askeri gücüyle bölgede etkisini arttırmaya ve her platformda ulusal çıkarlarını korumaya devam edecektir. Buna mukabil, bu talihsiz sözlerin ne kadar gayri milli olduğu ve Türkiye düşmanlarına hizmet ettiği de görülmüş olacaktır.