Her şeyin tartışıldığı hiçbir şeyin hakikatini idrak etmediğimiz bir zamanda yaşıyoruz. Din, siyaset, edebiyat, ekonomi, hukuk, insan hakları, kültür, medeniyet, seçimler, enflasyon, yangınlar, yağışlar, iklim, kuraklık, tıp (salgın), tarım, dış politika, savaş, terörle mücadele, uluslararası ilişkiler(...) her şeyi, günde en az iki kez (sabah ve akşam) tartışıyoruz. Tartışma kelimesini Kubbealtı Lügatı "Bir konuyu değişik görüş açıları ile ele alıp farklı düşünce ve deliller ileri sürerek karşılıklı olarak savunmak" olarak tarif ediyor. TDK "Bir konu üzerinde, birbirine ters olan görüş ve inançları karşılıklı savunmak" demiş. Kelimenin mastar halinden meseleye baktığımızda "iyice değerlendirmek, ölçüp biçmek" anlamına ulaşmak da mümkün. Peki bu meseleleri kimler tartışıyor? Bu soruyu sorduğumuzda ilginç veriler ortaya dökülüyor. Türkiye'de yukarıda sıraladığımız ana başlıkların tamamında yirmi kişi kadar uzman, entelektüel/aydın, gazeteci, akademisyen unvanlı "her konuya vakıf" kişi var ve bunlar, bu tartışmalarda bizi mensup oldukları ideolojik cemaatin gerçekliklerine inandırmaya çalışıyorlar. Bu mümkün mü?

Listelediğimiz başlıkların her biri, üniversitelerde ilgili fakülte ve bölümler başlığı altında uzmanlık gerektiren düzeyde tasnif edilmiş. Her bir alanda uzmanlaşmak için ciddi çalışmalar yapılması gerekiyor. İlgili alanlarda uzmanlığı olmazsa bile entelektüel düzeyde vukûfiyet gerektiren alanlar var ki, bu alanlarda konuşmak daha özel bir birikim ve emek gerektirir. Batılılaşma, Batı ile ilişkiler, kültür hayatı, eğitim ve bilginin eşit olarak tabana yayılması, haklar, etnisite, etnik aidiyetler(...) başlıklarını konuşmak için gazetecilik malumatı ve belli alan uzmanlığı yetersiz kalır. Avrupa Birliği alanında uzmanlık düzeyinde çalışan biri ile Türkiye'nin BATI ile ilişkilerini tartıştığınızda kabul edilebilir bir sonuca ulaşamazsınız.

Her bir insanın fikir sahibi olduğu DİN olgusu da tartışmaya konu edildiğinde garip sonuçlarla karşılaşmak kaçınılmazdır; çünkü bir cemaate mensup DİN-DAR'ın din anlayışı ile İslam İlimlerinin kitabi disiplini ile yetişmiş birinin DİN anlayışı bu kavramı anlama bakımından farklıdır. Laik olma iddiasındaki bir başka kişinin din anlayışı da zikredilen iki bireyin din anlayışından daha farklıdır. Kimi laikçi bireye göre ibadet Türkçe yapılmalı, cemaat mensubuna göre bu anlayış küfre tekabül ederken kitabi dindara göre ‘olabilir’ mesabesindedir. Bu tartışmada Selefi ve diğer din yorumlarına tabi insanların anlayışlarını tartışmaya gerek bile yoktur.

Yaşadığımız çağ üretimleri, algısı, insan ilişkileri ve aidiyetleri bakımından hakikatlerden kopuk bir çağ. Bilginin yerini malumat aldı ve internet çağında malumatın kabul edilebilirliği bile dakikalarla sınırlı. Malumatın dahi değersizleştiği bir çağda insan neye tutunacak ve ne ile nasıl yaşayacak? Doğrusu soru sormaya korktuğumuz bir vakitteyiz. Kavram ve kelimelerin anlamlarından koparılarak karışık kullanıldığı ve hangisinin, ne zaman, hangi anlamda kullanıldığının idrak edilemediği niteliksiz klavye silahşorlarının egemen olduğu bir ortamda yaşıyoruz. İngilizcede kullanılan “information, knowledge, communication” [communication: iletişim, haberleşme, bağlantı, irtibat, ulaşım, kominikasyon; information: bilgi, enformasyon, danışma, haber, bilgi edinme, istihbarat; knowledge: bilgi, bilim, tecrübe, malumat, irfan, haber] terimleri aynı anlamda kullanılarak malumatfuruşluk yapılmakta ve veri akışı kirletilmektedir.

Usul ve erkan gözetilmeden üretilen, algıya yönelik tasarlanan “kurgu gerçekliği”ni, tek temel doğru belleyerek “hakikatten” ne kadar uzaklaştığımız konusunda düşünmeye olan ihtiyaç her zamankinden daha çok. Bunun farkında olan ve toplumu uyarmak, uyanık tutmak, farkındalığını artırmak sorumluluğunda olan kaç aydın/mütefekkir/entellektüel kaldı? Bu soru sorulduğunda ve ilgili alanlar kurcalandığında hakikat yolculuğuna başlanıyor demektir. Yukarıda değindiğimiz üzere her gün güne, farklı televizyon kanallarında toplumu bilgilendirmek üzere yapılan yayınlarda konuşturulan akademi, gazeteci, araştırmacı ön sıfatlı nam kişilerin uzlaştıkları ve halk tarafından kabul gören “ortak bir doğrusu olduğuna”  tanıklık eden biri var mı? Aynı minval üzere gece uyutma haber-yorum matinelerinde “her konuda uzman aynı kişiler”den müteşekkil emekli vekil, akademisyen, büyük elçi, görevdeki gazeteci, hukukçu, toplum önderi(…) sıfatıyla konuşan insanlar sahiden bize bir şey söylüyor mu?  Bu arkadaşların yol göstermesiyle ortak bir kanaat sahibi olup ülkemizin menfaatleri konusunda söylem birliğine ulaşıyor muyuz? Terörle mücadelede, mavi vatan, Türkiye’nin bölünmezliği konusunda TBMM, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, yazılı ve görsel medya, sanal/yalan medya mensupları aynı kanaate sahipler mi? Hayır!  

Türkiye’de insanların ekseriyeti, özellikle okur-yazar/entelektüel çevreler ihtimali verilere ayarlı malumatfuruşlukla meşgul. Daha ileri bir iddia ile entelektüel ve akademik çevre inandıkları ihtimallerin hamalı. Hamal ve ihtimal aynı kökten türemiş ve okur yazar takımı bu iki malumata kesin bir inançla bağlı, ihtimallerinin hamalı ve zamane dogmatiği. Bu haliyle entelektüel “tahsil, bilgi, görgü sâhibi olan, fikrî meselelerle uğraşan kültürlü kimse, aydın, münevver” tarifine çok uzak. Fikir namusu, ıstılahları, kavramları olmayan dogmatik aydınlar çağında, hakikat ve bilgi boşluğunun mübalağa ile örtüldüğünün farkında olan akıl sahiplerinin “çok sözün yalan olduğu” şuuruna ermesi temennisiyle.