Anaakım iktisat ekolü olarak adlandırdığımız kapitalist düşünceye baktığımızda görürürüz ki, teorik boyutunda doğal öz çıkar yasası, rasyonalizm, bireycilik ve denge anlayışı üzerine kurulmasına rağmen pratik çerçevesinde piyasa başarısızlıklarından hiçbir dönemde kurtulamamıştır. Kısaca özetlemem faydalı olacaktır.

 Ekonomik mesele olarak ifade ettiğimiz iktisadi amaçları beş çerçevede toplayabiliriz. Bunlardan ilki kaynak dağılımında etkinliktir. Kaynak dağılımında etkinliği tam manası ile sağladığını iddia edecek bir ekonomi yoktur. Kaldı ki metodolojik çerçevede bunu ölçümleyecek bir yaklaşım söz konusu değildir. Bunlardan ikincisi gelirin, üretime katılanlar arasındaki dağılımıdır ki kapitalist düşüncenin kökeninde gelir dağılımının sermaye kesimi lehine olma gerekliliği yatar. Burada küresel gelir eşitsizliğine dair verilere girerek zihninizi meşgul etmek istemiyorum.

Meseleye makro çerçevede baktığımız zaman amaçlardan ilki tam istihdam, ikincisi fiyat istikrarıdır. Küresel ekonominin makro dinamiklerini incelediğimiz zaman piyasa başarısızlıklarını göreceksiniz. Son amaç iktisadi büyümedir. Klasik makro iktisat kitaplarında iktisadi büyüme, üretim kapasitesinin zaman içerisinde istikrarlı olarak artması şeklinde tarif edilir. Bu doğru fakat eksik bir açıklamadır. Burada asıl amaç; üretim kapasitesi, o toplumun gelirine denk olduğu için toplumun gelirinin ve refah seviyesinin istikrar içerisinde artmasıdır. Evet, kapital düşünce büyümede başarılı olmuştur, zaten sistemin temel felsefesi tüketim ve refahı artırmak adına üretim kapasitesini yükseltmek üzerine kuruludur. Asıl dikkat vermemiz gereken nokta yoğun büyüme döneminin getirdiği refah artışının tüm coğrafyaya eşdeğer yayılmamasıdır ki bunu büyük ıraksama olarak tarif ediyoruz.

Bunları neden anlattım? Tüm bunlar, anaakım iktisat ekolü olarak adlandırdığımız kapitalist düşünce ve türevlerinin kesinlik ve evrensellikten uzak olduğu gerçeğini karşımıza koymaktadır.

Başka bir deyişle sosyal bir bilim dalı olan iktisat, karakterinde, aklî ilimler arasında tasnif ettiğimiz matematik veya doğa ilimleri gibi kesinlik ve evrensellik taşımış olsaydı, elbette İslâm iktisadı diye bir alandan söz etmek mânasız olacaktı. Nasıl ki İslâm matematiği veya İslâm kimyası, fiziği vb. demiyorsak.

O zaman soracağımız soru şudur; İslâm iktisadının mahiyeti nedir?

Nitekim Asr Suresi, 3. Ayet’inde buyurulur ki;

“Ancak iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır.”

Asr Suresi’nin yukarıda yer verdiğimiz üçüncü ve son ayeti bu sorumuza cevap tutmaktadır. Öyle ki Asr Suresi, sözel olarak kısa olmasına rağmen taşıdığı mâna, oldukça derindir. Sure bizlere İslâm’ın bütün hükümlerinin üç çerçevede toplandığını gösterir ki bunlar itikadî hükümler, amelî hükümler ve ahlâkî hükümlerdir.

İslâm iktisadından kastımız İslâm’ın muhataplarına getirdiği iktisadî hükümler olduğuna göre, bu çerçevenin itikadî hükümler, amelî hükümler ve ahlâkî hükümler arasında olduğu açıktır. Hemen bir örnek vereyim. İktisadî esaslar arasında yer alan rızık ve fiyat meselesi kelâm ilminin (itikadî hükümler) konusu; şirket, borç, satım vb. konular fıkıh ilminin (amelî hükümler) konusu; işçi ve işveren münasebeti, tacirin niyet, ihlas ve doğruluğu ahlâk ilminin (ahlâkî hükümler) konusudur.

O zaman anlarız ki İslâm iktisadî esaslarını sadece fıkıh ilminin konusu kabul etmek, meseleye dar bir pencereden bakarak yolumuzu sınırlayacaktır. Aynısı kelâm ve ahlâk ilminin penceresinden baktığımız zaman da geçerlidir.  

O halde aradığımız nerededir?

İnşAllah gelecek hafta buradan devam edeceğiz.