Kaybolan değerlerden bahsediliyor sürekli. Zaman değişiyor, zamanla birlikte zamanın ruhu da değişiyor. Değer yargıları, açılımlarla devinim içerisinde. İhtiyaçlar silsilesi uzayıp gidiyor. Dün lüks olan onlarca ilgi alanı ve araç günümüzün haceti asliyesi olmuş durumda.

Şehirlilik oranı sürekli artıyor. Köylerde artık dedelerimiz, ninelerimiz son demlerinde doğanın ve sakinliğin tadını çıkarıyor. Şehir hayatı ismi gibi insanları şehirli yapmıyor. Şehirde köyü, köyde olmadığı kadar sıkıntılı yaşayan önemli bir demografik grup bulunmaktadır. Varoşlar, romanlara konu oldu yıllarca. Fakat şehrin cazibesi hala devam ediyor. 

Efendim bu yazımızda insanların su kadar, ekmek kadar ihtiyaç duyduğu bir problem alanından bahsedecek istiyorum. Adalet. Adalet kavramının birçok farklı uygulama alanı bulunmakta fakat ben özellikle insanların ve dahi gençlerin çok önem verdiği istihdam alanındaki adalet duygusunun zedelenmesi konusunu tartışmaya açmak istiyorum.

Gençlerin hayatlarının ilk 25 yılı iş ve kariyer mücadelesi ile geçiyor. Özellikle kamuda istihdam edilen bireylerin işe ulaşma yöntemi adalet duygusunu zedelememeli. Kamuya işe alımlarda mutlaka sınav ya da objektif kriterler belirleyici olmalı. Liyakat ve adalet temeli üzerine kurulmayan personel rejimi hem kaliteyi düşürmekte hem de torpil ve kayırmacılık gibi uygulamalara alan açmaktadır.

Öğretmenlik ve sağlık alanlarında KPSS sonuçları belirleyici şu anda. Fakat bazı alanlarda mülakat uygulaması hala devam ediyor. Mülakatın torpil anlamına geldiği ile ilgili genel bir kanaat var toplumda. Belediyelere işçi ve memur alırken yapılan mülakatlar yüzlerce insanın küsmesine ve kurumlara olan inancının zedelenmesine sebep olmaktadır.

Yine kamu iktisadi teşekküllerine alınacak işçi pozisyonlarında inandırıcı kriterlerin olması gerekmektedir. Devlet nezdinde teröre bulaşmayan her bir vatandaşın muteber olması gerekmektedir. Partiler iktidara gelmek için parti olarak mücadele ederler fakat iktidara geldikten sonra tüm vatandaşların hakkını ve hukukunu korumakla yükümlü olurlar, olmalıdırlar.

İnsanları rahatlatmak zorunda ülkeyi yönetenler. Kamu adına yetki kullananlar basit hesapların peşinden koşmamalıdır. Devlet malı nasıl kutsalsa devletin yetkileri de kutsaldır. Bu yetkiler kamunun güçlenmesi ve halkın refahı için kullanılmalıdır.

Üniversiteler bu konuda güvenin en çok zedelendiği kurumlardır. Akademik personel seçiminde adrese teslim ilanlar hala yapılmakta; bir rektör kızını, damadını, baldızını kendi döneminde kendi üniversitesine hiç çekinmeden almaktadır. Belki de kayırmacı anlayıştan dolayı dünya çapında bilim adamları çıkarmakta zorlanıyoruz.

Z kuşağını ikna etmek için onların hassas olduğu alanlar tespit edilmeli. Bu alanların başında eşitlik, adalet, işe ulaşma, hayalindeki hayat şartlarının temini gibi konular gelmektedir. 

Bir tarafta işe gerçekten ihtiyacı olan fakat referansı yani torpili olmayan Anadolu genci dururken öbür yanda daire müdürlerinin, rektör ve dekan beylerin eş, dost, hısım akrabası hiç zahmetsiz işe ulaşıyorsa burada insanlara sabrı, tevekkülü telkin edemezsiniz. Etseniz de “Ele verir talkını kendi yutar salkımı” atasözüne güzel bir örnek olursunuz.