Felaket bağıra bağıra geldi.

Günler öncesinden yapılan ikazlara rağmen tenezzül buyurup en küçük bir önlem dahi almamışlar.

Almamışlar zira geçmişte bundan daha beter diye nitelendirilebilecek krizler pekâlâ başarıyla yönetilmiş.

İstanbul’u yönetmeyi algı yönetmekle eş anlamlı hale getirenler, birkaç numarayla bunu da geçiştirebileceklerini sandılar.

Olmadı…

Dahası, bir rezalete gırtlaklarına kadar battılar.

 *

Sosyal medyada dehşetengiz görüntüler arz-ı endam ederken, ilgililer ve yetkililer insanların zekâlarıyla alay edercesine paylaşımlar yapıyorlardı.

Gece yarısına doğru rezalet vahim bir noktaya varmıştı…

İnsanlar araçlarıyla yollarda kalmış, tam bir perişanlık hüküm sürer olmuştu.

İstanbullular, felaketin yegâne sorumlusu olan Ekrem İmamoğlu’nun meseleye el koymasını boşuna bekliyorlardı.

Zira kendileri, o sıralarda, İngiltere’nin Ankara büyükelçisiyle bir balıkçıda safa sürmekle meşguldü.

 *

Bütün bunlar olup biterken, olur olmaz her hadisede boy gösteren sözde sanatçıların, ünlülerin ve yazar-çizerlerin nasıl bir tepki verdiklerini görmek maksadıyla bir tarama yaptım.

Elbette ki, hiçbir şey bulamadım.

Tek kelime ile olsun yaşanan rezalete dair bir eleştirileri yoktu.

Bırakın eleştiriyi, beceriksizliği savunmakla kalmayıp, İmamoğlu’nun balıkçıda basıldığı haberinin yalan olduğu iddiasıyla karşı atağa bile geçtiler.

Rezaleti gözlerden kaçırıp haberin yalan olduğuna dair söylentilere odaklanıp inanılmaz bir savunma yaptılar.

Klasik CHP’li amigolara SP’li, Deva’lı ve GP’li serdengeçtiler de eklenmişti.

Cansiperane savunuyorlardı velinimetlerini.

Yalan dedikleri haber gerçeğin daniskasıydı ve bu durum tebarüz etmekte gecikmedi.

Aynı hızla rezilliklerini perdeleyebilmek için yazdıklarını silme yarışına girdiler adeta.

 *

Kötülükte böylesine canhıraş bir dayanışmayı ilk kez görüyorum.

Bütün renksizlikleriyle, kimliksizlikleriyle ve kişiliksizlikleriyle dayanışıyorlardı.

 *

Şu bir gerçek ki, yaşananlar/yaşadıklarımız, bunların iktidara gelmeleri halinde Türkiye’de nelerin olacağına dair bir provaydı.

Halk, bunlara bir kez daha geçit verir mi, bilemiyorum doğrusu.

Bildiğim tek şey; “neye layıksak onunla yönetileceğimiz” hakikati…

 *

Bu rezalet, geride birkaç soru bırakarak tarihteki yerini aldı.

Sorular şunlar.

İmamoğlu’nun yaptığı görüşme, neden ısrarla hasıraltı edilmeye çalışıldı?

Çok ciddi bir kriz sürecinde bile ertelenemeyen görüşmenin konusu neydi?

Aslında saklanmak istenen, balıkçıda safa hadisesi değil de bizatihi bu görüşmenin kendisi miydi?

Peki, sadece CHP’lilerin muttali olduğu bu görüşmeyi kim fotoğraflayıp servis etmişti?

Bunda, İmamoğlu ile adaylık savaşı veren Kılıçdaroğlu’nun dahli neydi?

Bütün bunların ötesinde aslında bir “İngiliz-Amerikan” çatışmasının tam ortasında mı kaldık?

 *

Görüldüğü üzere sorular hayli hassas ve muhtemel cevapları da bir hayli netameli…

 *

Büyük bir rezaletten geriye bu sorular ile intikam uğruna Türkiye düşmanlarıyla ittifak edecek kadar gözü dönmüş döneklerin acınılacak tavrı kaldı…

Bir de, ders alırsak eğer, iktidara gelmeleri halinde neleri yaşayacağımıza dair ipuçları…