Dört gün önce Miraç Kandili’ydi malum.

Bu kandile münhasıran çok mühim bir eserin yazıldığı kaç kişinin bilgisi dâhilinde bilmem ama adı ‘Miraciye’ olan bu eser, eskiden tıpkı ‘Mevlid’ gibi bu gecede kıraat olunurdu.

 *

Günümüzde Miraciye’nin, artık neredeyse tamamen unutulduğunu söylemek, açıkçası abartı olmaz. Bunda, Miraciye’nin, Mevlid kadar meşhur olmamasının rolü inkâr edilemese de, insanımızın kültürel ve sanatsal değerlerimizle olan (yoksa olmayan mı demeliydim?), ilişkisini koparması kanaatimce asıl nedendir.

Böylesine bir vefasızlık tarih boyunca çok az millete nasip (!) olmuştur doğrusu.

Her ne kadar geçtiğimiz yıl Kültür Bakanlığının teşebbüsü ve Bursa’dan Safiyüddin Erhan’ın katkılarıyla Ayasofya Camii’nde bu eserin kıraati bir nebze de olsa teselli sebebi sayılsa da elindeki paha biçilmez hazinelerden haberi bile olmayan bir topluluğun, yeni bir medeniyet perspektifi üretmesini beklemek, kanaati acizanemce, safdillikten ibaret olur.  

 *

Miraciye’nin güftesi ve bestesi Nayî (Neyzen) Osman Dede’ye aittir.

Türk Mûsikîsi’nde şaheser bir beste örneğidir.

Miraciye’nin sözleri eksiksiz bir şekilde derlenerek, 1895 yılında Maarif Nezareti Evrak Müdürü Ali Galip Bey tarafından bastırılmıştır.

 *

Yüksek bir sanat eseri vasfındaki bu nazımın kıraati hayli zordur.

Hususi bir talim gerektirdiği için musiki bilgisinin ve icra yeteneğinin ehemmiyeti çok müşahhas bir biçimde öne çıkar.

Sanat ve estetik tarihimizin önemli kilometre taşlarından birisi olan bu eserin, ‘inanç’ temelli bir vasıfta olması, iman etmekle sanat ve estetik idrakinin ne denli paralellikler oluşturduğu hakikatini gözler önüne sermektedir.

Bu husus, dikkat edilmesi gereken mühim bir unsurdur.

İmanı gönle ve kalbe hulul ettirirken, usta bir nakkaşın rengârenk ipliklerle bir gergef üzerine ilmek ilmek ördüğü nakış gibi sanatkârane hareket edebiliyor olmak, bir Müslüman’ın ruh dünyasına özgü bir hususiyet olsa gerektir.

İşte bu hassasiyetin kaybedilmesi anlamına gelebilecek bu tür vefasızlıklardan bir an önce sıyrılıp aslımıza rücu etmenin zamanı çoktan gelmiştir!

 *

İlk kez ‘Miraciye’yi, Bursa’daki ‘Numaniye Dergâhında’ dinledim. Bunun dışında yine Bursa’da, bir vasiyet üzerine ‘Mahkeme Camii’ tesmiye olunan camide artık neredeyse hiç dinleyicisi olmadan kıraate devam olunmakta…

Açık söylemek gerekirse ilk dinleyişte, eserin ruhuna intibak için ciddi bir gayret sarf etmiştim.

Miraç gibi muhteşem bir mucizenin musiki vesilesiyle anlatılması, doğrusu bir deha ürünü… Esasen başka bir yolla bu harikulade hadiseyi anlatmak da imkânsız bence.

Nayi Osman Dede, öncelikle, Mescid-i Haram’dan, Mescid-i Aksa’ya doğru yapılan, Kur’an’daki ifadesiyle muhteşem ‘gece yürüyüşünü’ adeta resmediyor, bu kutlu ve mucize yürüyüşün hızını, tıpkı filmlerdeki gibi ağır çekim şeklinde yansıtarak ‘hurucun’ kare kare yudumlanmasını sağlıyordu, sonraki dinleyişimin bana tedai ettirdiği hakikat mucibince…

 *

Evet, artık eskide olduğu gibi ‘yüksek sanat eserleri’ üretilemiyor!

Materyalist tarz, Müslümanlar da dâhil olmak üzere tüm insanlığı adeta kuşatmış ve biz bu nedenle ‘eskiyi’ yâd etmekten başka bir yol bilmiyoruz.

Hoş, bu bile kerih görülüyor ya, neyse…