Kendi düşen ağlamaz mı? Yerken iyi miydi? Bu kadar tembel de olunmaz mıydı?

Avronun yürürlüğe girmesiyle birlikte güçlü para birimine sahip olan Almanya gibi ülkelerin rekabet güçleri ciddi şekilde arttı. Ve bu ülkeler giderek daha çok “cari fazla” vermeye başladılar. Göreceli olarak zayıf para birimine sahip olan Yunanistan gibi ülkelerde ise tam tersi bir süreç yaşandı ve bu ülkelerin rekabet gücü önemli ölçüde zayıfladı. Ve bu ülkeler giderek daha fazla “cari açık” vermeye başladılar. İşte böylesine çok doğal bir “süreç” yaşandı Avrupa’da.

Öte yandan, belki de en önemlisi bu süreç içinde ortaya çıkan çok önemli bir yapısal problemdi: Avroya geçmesi, zaten güçlü bir sanayi altyapısına sahip olmayan Yunanistan’ın üretim kapasitesini daha da zayıflattı. Sanayi altyapısı güçlü olan Almanya gibi ülkelerin de avroya geçişle birlikte sanayi altyapısı daha da güçlendi. Evet, bu tam da muazzam bir krize davetiye çıkarmaktı.

Yani, Yunanistan’ın 2010 yılında krize girmesinin tek sorumlusu ve hatta asıl sorumlusu kesinlikle kendisi değildi. Yunanistan en temelde Almanya’nın 2000’lerde yaşadıklarının aynadaki yansımasını yaşadı. Almanya’nın başarısı Yunanistan’ın başarısızlığına göbekten bağlıydı. Yoksa Almanya çalışkan, Yunanistan tembel falan değildi. Yani ortada hem finansal açıdan hem de sanayi altyapısı açısından sıfır toplamlı bir oyun vardı. Fakat durum ekonomik açıdan hiç ama hiç de sıfır toplamlı bir oyun değildi: Sonuçta Yunanistan varlık-yokluk savaşı verme noktasına geldi.

Öte yandan, yine aynı şekilde bu dönemde cari fazla veren ülkelerin bankalarında biriken fonların bir şekilde birilerine kullandırılması gerekiyordu ki finansal sistem kar edebilsin. Bu mantıkla özellikle Almanya ve Fransa bankaları ellerindeki fonları tam da olması gerektiği gibi(!) cari açık veren Yunanistan gibi ülkelere çok ama çok ucuza ve çok kolay bir şekilde, neredeyse ite kaka borç verdiler.

Yani ortada çok girift bir sistem vardı ve eğer bir suçlu varsa bu sadece Yunanistan değildi. Yunanistan kadar; avro da Almanya da bankalar da ve finansal sistem de suçluydu.

Fakat günün sonunda Yunanistan günah keçisi ilan edildi. Ve modern zamanların borçlular zindanına kapatılarak burada son 5 sene boyunca işkenceye maruz bırakıldı. Evet, Yunanistan’a çok aşırı bir kemer sıkma politikası dayatıldı ve böylece Yunan halkı mahvoldu. Milli gelir tepetaklak oldu, işsizlik ve fakirlik inanılmaz boyutlara ulaştı. Üretim kapasitesi zaten zayıflamıştı, iyice dağıldı.

Yunanistan’a bir taraftan böyle işkence yapılırken diğer taraftan da “popülizm sonu işte bu” dendi. Sanki Yunanistan aşırı ve anlamsız kemer sıkma yüzünden değil de, 2000’lerdeki popülizm yüzünden derin bir ekonomik krize girmiş gibi. Ve bu tez küresel propagandanın etkisiyle, Türkiye de dâhil olmak üzere, birçok ülkede epey alıcı buldu. Ne hazin bir tablo…

Referandumda Yunanistan kendisini ekonomik açıdan tabir-i caizse bitkisel hayata sokmak isteyen modern Düyun-u Umumiye’ye çok değerli bir “hayır” cevabı vermişti. Yunanistan bu hayır’la geleceğini kurtarma yolunda önemli bir adım atmış olacaktı. Fakat “karanlık eller” yine devreye girdi ve Çipras tam da halktan yüzde 61 oranında güçlü bir destek aldıktan sonra 180 derece dönerek hem referandumu boşa çıkardı hem de kendisine ve halkına ihanet etmiş oldu. Çipras acaba ne kadar ve ne boyutta tehdide ve şantaja maruz kaldı? Allah bilir.

Bütün bunlar olurken ve Yunanlılar tembel ve sorumsuz diye aşağılanırken; Yunanistan’ın bütün o borcu da özel bankalardan, başta “çalışkan” Almanlar olmak üzere, Avrupalı vatandaşların “sırtına aktarıldı”. Gerçekten göz kamaştıran bir kurgu…

Allah mazlumlara zulmetmekten bizleri korusun. Amin.