Aktivist İmran El-Arakani, “Uluslararası toplum ve İslam ülkelerindeki hükümetler Arakan’daki Müslümanlar’ın hakları için sessiz kalırsa Arakanlı Müslümanlar yok olacak” dedi.

Avrupa Birliği dış ilişkilerden sorumlu temsilcisi Federica Mogherini ise: ”Gündemimizde Myanmar yok” dedi.

KİMİN NE DEDİĞİNİ DUYDUK… PEKİ, BİZ NE YAPTIK?

Pragmatist, materyalist, pozitivist, emperyalist, faydacı ve akılcı politikaların anlayamayacağı bir adımı attı Sayın Emine Erdoğan Hanımefendi.

Gitti… Kucaklaştı, ağlaştı, dinledi, gönül verdi, yardım etti, dua aldı. Yüce gönlüyle mazlumlara can suyu oldu, yürek oldu, gıda oldu, ses oldu, sırdaş oldu…

Sayın Emine Erdoğan anne şefkatiyle kucakladı onları… Mazlumların annesi oldu, bizim ise gururumuz.

Arakanlı Müslümanlar en çok da acılarının fark edilişiyle mutmain oldular. Fark edilmek önemliydi. Çünkü birine vereceğiniz en büyük acı onu yok saymaktır. Yokmuş gibi davranmaktır. Arakanlılar’ın en çok canını yakan da dünyanın yaşanan zulmü görmezden gelmesiydi.

Peki, Arakanlılar’ın varlık-yokluk sürecinde onlara dayanak olan resmi heyette kimler vardı? Emine Erdoğan Hanımefendinin heyetinde oğlu Bilal Erdoğan, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya ile AK Parti İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ravza Kavakcı Kan da yer aldı.

Türkiye TİKA, AFAD ve Kızılay gibi ülkenin göz bebeği kurumlarıyla bölgenin derin yaralarına merhem olmaya çalıştı.

Sivil toplum da oradaydı. İHH, Deniz Feneri gibi yardım kuruluşları halkımızın duyarlılığını bölgeye taşıdı.

Medyamızdaysa Arakan zulmüne geniş yer verilerek duyarlılık diri tutuldu.

Ve kamuoyu… Halkımız bu meseleyi dert edindi. Tıpkı 1992-1995 arası Bosna’da yapılan zulme gözyaşlarıyla, dualarıyla ve yardımlarıyla nasıl karşı durduysa bugün de benzer duyarlılığı gösterdi.

MAZLUMLARIN UMUDU TÜRKİYE’DİR DEMEK; HAMASET DEĞİL REALİTEDİR

Sistemin içinde ayrık bir duruş sergileyen tek ülke konumundayız. Arakan zulmüne ne Batı’dan ne İslam coğrafyasından beklenen tepkilerin gelmemesi Türkiye’yi mazlumların tek umudu pozisyonuna taşıyor.

Ülkemiz diplomasi, yardım ve ziyaretler gerçekleştirirken;

Çok zengin olduğumuz için mi bunu yaptık? Hayır. Zenginler koşsaydı en önce Suudi Arabistan gitmeliydi.

Dünyaya sözde ‘abi’lik yapan ABD de gitmedi. İnsanlık değerleri, insan hakları vs. tüm bunlar Batılı halklar için var edilmişti çünkü…

Ve Türkiye! Ne çok zengin, ne dünyaya abi… Müslümanların hamisi midir? Bilmem ama mazlumların tek umudu olduğu kesin.

Öyle roller vardır ki bazen siz istemeseniz de gelir sizi bulur. İşte bu anlamda mazlumun yanında olan büyük gönüllü Türkiye tarihinden aldığı ilhamla yoluna devam ederken yine insanı merkeze alan pratikler üretmeye devam ediyor.

Biz öncü-lider bir devletiz, büyük bir milletiz. Şartlarımız kısıtlı olsa da yüce gönlümüzle mültecilere kapı açabiliyorsak, kollarımız Arakan’a Somali’ye uzanabiliyorsa, mazlumları dert edinip dualarımıza ortak ediyorsak, simitçimiz iki günlük maişetini Arakan’a gönderebiliyorsa, aşımıza ortak edip gözyaşımızı tüm mazlumlar için akıtabiliyorsak kolektif hafızanın işlediğini, küllerinden doğan bir milletin iman ateşinin tutuştuğunu ve doğru yolda olduğumuzu söyleyebiliriz.

Biz verdikçe büyüyecek olan, mazlumlar için ağladıkça güldürülecek olan, ezilmişleri sevdikçe sevdirilecek ve sevindirilecek olan bir milletiz. Bunu iliklerime kadar hissederek söylüyorum.

Yazıyı bir soru ve bir dua ile bitirelim.

Dua; merhameti kuşanmış, maddeci- ruhsuz dünyanın güldüren yüzü olan biricik vatanımız için…

Allah Türkiye’yi yeşertsin, büyütsün, korusun ve yüceltsin. Amin.

Soru Sezai Karakoç’un mısralarından: Bu dünyada olup bitenlerin / Olup bitmemiş olması için/ Ne yapıyorsun?

Bu nedenle; tarafsız kalamazsın…

Yorumsuz kalamazsın…

Görmezden gelemezsin…

Çünkü biz Müslümanız ve yeryüzünde iyiliği yaymakla yükümlü kılındık…