Evet, “Migros’a kimler gider?” sorusunun cevabı makul durumlarda ve sağlıklı şartlarda genellikle ve iyi niyet çerçevesinde ağıdaki gibi olacaktır:

a) Kendince çeşitlilik ve ekonomik açıdan uygun bulanlar, (Ki, değildir.)

b) Semtinde başka market bulunmayanlar,

c) Yolunun üzerindeyse pratik yaşam gerekçesini önceleyenler,

d) Siyasi ayırım yapmayan, maksadı alışveriş olanlar,

e) Yazlıkçılar, (ki, genel de sahil semtlerinde yer alan bir markettir)

f) Çok reklam izleyenler,

g) Oto park kolaylığını tercih edenler,

h) Geçerken uğrayanlar,

i) Mecburiyetten uğrayanlar…

Bu makul cevaplara, masum alternatifler eklenebilir.

Hepi topu on kereyi geçmeyen gidişlerimde iki kere, farklı zaman aralıklarında, farklı şehirlerde sıradan bir markete girip, normal ihtiyaçlarımı karşılamak adına gittiğim bu markette, el ve dil ile saldırıya uğradıktan sonra imtina ediyor, mecbur kalmadıkça kullanmamayı yeğliyordum.

Yaşadığım 2 olayda da, manipülasyona sebebiyet vermemek için, küçük veya büyük fark etmeksizin bölücü, ötekileştirici bir tahrike mahal tanımamak için hiçbir alanda dile getirmemiş, birkaç densizin kışkırtıcı tavırlarını ve rahatsız edici tacizlerini bir kuruma, bir zümreye, bir siyasi kitleye nefret üslubu ile yansıtmamıştım.

Ta ki, zaman sıkıntısı ve sevdiğim birinin isteğini yerine getirme hassasiyetiyle mecburen girdiğim Migros’ta değişen hiçbir şeyin olmadığını görene kadar susmanın, kötülüğü beslemek, farkında olmayı engellemek olduğunu düşünene kadar.

Yıl 1998 idi. Adı malum markette alt raflarda bir ürüne bakarken (el kremi), başıma üst rafta bulunan ürünleri döken ve kahkaha ile gülen bir kadının, “Burası kozmatik reyonu güzelim, her tarafını kapatan birini güzelleştirecek ürün bulamazsın” demesi üzerine bir tartışmanın parçası olmuştum. Sesimin çıkmayacağını, fazladan bir eğlence devşirmenin keyfini yaşayacağını sanan o kişiye cevap verince ve o terbiyesizlik ve taciz nispetince sesimi yükseltince marketten çıkarılışını seyretmenin tesellisi ile evime asap bozukluğu ile dönmüştüm. (28 Şubat öncesi, Fadime Şahin tezgâhının televizyonlardan evlerimize sokağımıza taştığı dönemdi.)

Bir sonraki olayda, yine o dönemlerde benzer bir polemik ve saldırı barındırıyordu.

Son olarak, bundan birkaç hafta önce, aynı adlı markette, çerez reyonunda yer fıstığı ararken, omuzuma hışımla çarpıldı. Sendeledim. Daha kendimi toparlayamadan şu cümleyi duydum: “İçi görünmeyen her şeyden nefret ediyorum. Bunlarda ucuz ve kalitesiz çerezler gibi ambalajlı.” (Malum yerel seçim sonrası cesareti bu.)

Kılık kıyafete bakmayan, inanca, siyasi tercihe dil uzatmayan aklıselim bir kişinin olaya müdahalesi ile marketten yaka paça atıldılar.

Bu olaydan sonra, anladım ki, bitleri kanlanınca ısıracak insan arayanların yaptıklarına susmak akıl kârı değilmiş.

Bu üç olay sonrası Migros’a aşağıdaki şıklarda yer alanların daha çok gittiğini düşünüyorum. Ben aşağıdaki şıklardan biri değilim? Sizler de yukarıdaki şıklar gerekçesi ile adı geçen markete gidiyorsanız ve aşağıdaki şıklarda yer almıyorsanız hep birlikte protesto edelim.

a) Takım tutar gibi parti tutan holigan CHP’liler,

b) Radikal Kemalistler,

c) Fanatik Laikler,

d) İmamoğlu’nun sunduğu imkândan yararlanarak İstanbul kartına puan yükleyip bedava yolculuk yapmak isteyeneler,

e) Zihniyet gereği, bir başkasına sataşmaya teşne olanlar,

f) Marketin kendi zihniyetinin (CHP’lilerin) servisçisi olduğunun bilincinde olanlar,

g) CHP’li olmanın ayrıcalığı ile öncelik hakkının kendinde olduğunu sananlar,

h) Mahalli imkânlar dairesinde ticaret yapılan marketlerde, giyim-kuşam, dini ve siyasi fikir ayrımcılığı yapmanın hak olmadığını bilmeyenler,

i) Bileştirici değil ayrıştırıcı, kabullü değil kışkırtıcı, hoşgörülü değil tahrik edici fesatlar…

Paramızla rezil olmayalım.

Elleri, dilleri, sözleri bizden uzak olsun!