Fırat Kalkanı, Barış Pınarı Harekâtı ve İdlib’de Barış Kalkanı ile süren operasyonların en önemli aktörü şüphesiz ki Selçuk Bayraktar ve Baykar tarafından üretilen S/İHA’lar ile ‘Anka’lar oldu.

Prof. Dr. Necmettin Erbakan, İnsansız Hava Araçları teknolojisine sahip olmanın önemini 1990lı başlarında şu sözlerle anlatmıştı:

“Ben şimdi masada oturuyorum. Şurada bir düğmeye basıyorum. İstanbul Havalimanı’ndan pilotsuz uçak havalanıyor. Uçağın önünde ne varsa, ben de ekrandan görüyorum. Ve karşımdaki santrala düğmeye basar basmaz, füzeyi atıyorum. Ve berhava ediyorum, oturduğum yerde. Ortada insan yok.”

 ”Bekleyecek miyiz? Hayır. Gelin biz bir teknoloji araştırma vakfı kuralım. Bu vakıf Amerika’dan daha üstün füzeleri geliştirsin. Amerika’dan daha üstün pilotsuz uçakları geliştirsin. Bilgisayarla hedefi şaşmadan. Güdümlü mermileri, uçaksavarları, tank savarları geliştirsin.”

Bugün, Erbakan hocanın işaret ettiği ufka bakarak gelecek 10 yılın teknolojisini Türkiye’ye hediye eden Özdemir Bayraktar ile kardeşleri Salih ve Ömer Bayraktar ve Özdemir Bey’in çocukları Selçuk ve Haluk Bayraktar kardeşlerin ileri görüşlülüğünün meyvelerini yiyoruz.

Tam bu noktada ‘İHA’lar kadar hatta daha önemli bir mesele daha var önümüzde: Milli İlaç Sanayii…

Dünyanın Corona virüs ile mücadele ettiği bugünlerde bir kez daha ciddiyetini anladığımız ilaç sanayiinde şu an bulunduğumuz yer, İsrail taşeronu PKK’ya karşı İsrail malı Heronları kullan(ama)dığımız günlerden farklı değil.

Yılda 30 milyar TL’yi yabancı ilaç firmalarına ödemeye devam ediyoruz. Bu tablonun en ‘zararsız’ sonucu şu: Bu firmalar bakanlığın ilaç alırken belirlediği sabit döviz kuruna zam yapılacağı günlerde piyasaya ilaç vermiyor ve hastaları köşe bucak ilaç aratıyorlar. Mesela virüs sonrası Çin’den gelen serum kitleri gelmez oldu. 50 kuruşluk basit bir serum kiti 2 liraya çıktı. İnsan, Allah muhafaza, bir ambargo veya savaş durumunda neler yaşayabileceğimizi düşünmek istemiyor.

İlaç konusunda son üç yıl içinde merdiven altı ilişkiler nedeniyle ortaya çıkan sonuçlara ilişkin duyumlar ne yazık ki tüyler ürpertici… Sonraki yazılarda nasip olursa detaylarına gireriz.

Bu meseleyi dile getirme sebebim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta bir programa gönderdiği mesaj. İlaç sektörünün öneminin savunma sanayiinden sonra ikinci sırada yer aldığını kaydeden Erdoğan, bu konunun ekonomik olmanın ötesinde stratejik önem taşıdığını vurguladı.

Erdoğan, “Türkiye’nin ilaç ve tıbbi cihaz konusunda ithalata ve fason üretime dayalı tedarik modelini sürdürebilmesi artık mümkün değildir. Kendi patentiyle yerli ve milli ilaç geliştirme, üretme, bunu ülke içinde ve uluslararası alanda pazarlama çabası içinde olan bir anlayışı yerleştirmenin mücadelesini veriyoruz. Ancak yerli ve milli ilaç sanayisini geliştirme, tıbbi cihaz sektörünü güçlendirme konusunda attığımız adımlarda maalesef tıpkı bir dönem savunma sanayisinde olduğu gibi gizli bir direnişle karşılaşıyoruz. Türkiye açısından böylesine hayati öneme haiz bir sektörde hedeflerimizin kişisel hesaplar ve kurum taassuplarıyla engellenmesine izin veremeyiz.”dedi.

“Erdoğan kimleri kastetti?” derseniz “şimdilik” Ankara’da işinin adına ‘hükümet ilişkileri’ diyecek ve bunu web sitelerinde ilan edecek kadar pervasız hareket eden lobiler diyeyim.

Sayın Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Coronavirüs konusunda müthiş bir mücadele örneği sergiledi.

Her türlü takdire şayan. Ancak bu samimiyetini ve iyi niyetini, milli ilaç konusunda radikal kararlar alarak gösterebilirse tarihe geçer.

Merhum Erbakan, tıpkı İHA’lar gibi tam 50 yıl önce ilaç konusunda da uyarmış ve Milli Selamet Partisi programına şu cümleleri koymuştu:

“İlaç ve kimya sanayiini kuracağız. İlâç ana maddelerini yurdumuzda yapacağız. Ambalaj sanayii ve İlaç müstahzarı laboratuarı durumundaki ilaç fabrikalarımızı, ham madde imal edecek fabrikalar haline gelmeleri için gereken tedbirleri alacağız.”

50 yıl geçti, ambalaj ve fason üretim lobilerine dur deme zamanı daha gelmedi mi?