Müslüman toplumlar, Batılı aydınlanma serüvenini teknoloji ve savaş ikileminde yaşamış modernite mağdurlarıdır. Doğu, gerileme ve duraklama dönemlerinin puslu havasından kurtulmak için Batı’da yaşanan sanayi ve teknoloji alanındaki gelişmelere bel bağlamak durumunda kaldı. Artık sürekli bir biçimde değişim ve gelişim gösteren yeninin karşısında geleneğin ve yerleşik alışkanlıkların meşruiyetinin tartışıldığı bir evreye geçilmiş oldu. Yaşanan dünya savaşlarının sanayi ile birlikte ortaya çıkan kapitalist düzenin doğal sonuçları olduğunu artık daha iyi anlıyoruz.

Batı eline geçirdiği tarihi fırsatı kötüye kullanmak ve dezavantajlı toplumları sömürü düzeni ile kendine mahkum etmek üzere bir güç birliği oluşturdu. O gün bu gündür Batı’dan gelen yenilik ve teknoloji ile olan dramatik ilişkiyi sürdürmekle mükellefiz.

Tanzimat nesli ile ete kemiğe bürünen yeni ile donanma ihtiyacı, kabaca ikiyüz yıllık sorgulama ve yüzleşme alanımız olarak önümüzde durmaktadır. Akif’in “maskara mahlûk” olarak tanımladığı “medeniyet” sömürgeci Batı’nın ikiyüzlülüğünü tarif etse de milli kültür alanına da gölgesi düştüğü için bugüne oranla mesafeli durduğumuz bu kavramın artık içini meşruiyetle doldurduk.

Bugün büyük bir medeniyetin mensubu olmakla iftihar eden bir milletten söz ediyoruz. Akif neslinden bu yana içinden geçtiğimiz son modernleşme sınavını da Avrupa Birliği ile olan ilişkilerde yaşadık. Bütün iyi niyetlere rağmen Batı önyargılarından kurtulamadı. Önünde duran en sadık medeniyet aşığının duygularını anlamak istemedi. Batının, atlattığını zannettiğimiz hastalığı tekrar nüksetti. 2000’li yıllarda yaşanan ekonomik krizlerden kurtulabilmek için savaş ekonomisi düzenine geçildi. Fakat ne yazık ki onca maddi ve manevi bedeli gözardı ederek dünyanın düzenini de bozdular. Batılı medeniyet projesi iflah olmaz bir yola girdi. Ve artık biliyor ve görüyoruz ki tek kutuplu bir dünyada yaşamayacağız. Son beş-on yılda dünyadaki yerleşik dengeler el değiştirmeye başladı.

Yüzlerce yıldır insanlığa erdem ve fazilet üzerinden bir medeniyet vadeden Müslüman toplumlar için tarih yeni bir fırsat sunmuştur. Medeniyet iddiasında olanlar için yeni bir mevki imkânı doğmuştur. Dün olduğu gibi bugün de önümüzdeki tehlike, global düzeneklerin sığ ve kamplaştırıcı büyük hesaplarıdır.

Toparlanmayı, birleşmeyi ve bütünleşmeyi içeride ve dışarıda başarabilmek gibi ağır bir sorumluluk altındayız. Bütün ezberler bozulmuştur. Dünkü düşman ülkeler bugün dost konumundadır. İçeride, baş döndürücü seçim süreçleri ve yaşanan darbe girişimlerinin azdırdığı bir siyasi hesaplaşma duygusu yaşanıyor. İktidara gelebilmek ve iktidarda kalabilmek artık aynı düzeyde zor hale geldi.

Sözlük anlamıyla kullandığımız medeniyet kavramının içini yüz küsur yıldır dolduramadık. Abduh’ların, Afgani’lerin, Akif’lerin, Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi’lerin ve Said Halim Paşa’ların bıraktığı yerden gerideyiz.

Memlekette tarihte görülmediği kadar keskin bir cemaatli çatışması ve kamplaşması yaşanıyor. Bir cemaat diğerini hiçbir dönemde beğenmezdi ama görülüyor ki alan açmak üzere dehşet verici şeyler söyleniyor. Biraz mürekkep yalamış herkes biliyor ki bugün ilahiyat fakültelerinde pek çok konuda kafası berrak ve artık bugünün ihtiyaçları konusunda inanç dünyamızı aydınlatacak aydınlarımız var. Kapalı odalarda konuşulan konular ne yazık ki topluma yansıtılmıyor. Sanıyorum ki bugün Üstad Akif hayatta olsaydı söyleyeceklerine tahammül edemezdik. Zaman her şeyi konuşma zamanıdır.