Sedat Peker’in Sözcü’ye yaptığı açıklamalar bir magazin röportajı değil; Türkiye’de görmezden gelinen dev bir sosyal fay hattının fotoğrafı.
Her kelimesinde acı bir gerçeklik var — ve bu gerçeklik hepimizin kapısına dayanmak üzere.
Peker diyor ki:
“Dedesi fakir, babası fakir, kendisi fakir… Varlıklı olana haraç isterken bunu hak görüyor.”
Bu sadece suç sosyolojisi değil; Türkiye’nin orta ve alt sınıflarında büyüyen sistemsel öfkenin tanımıdır.
Bugün karşımıza çıkan yeni nesil çeteler; ideoloji, siyaset, örgüt mantığı taşımıyor.
Bu çocuklar ne solcu, ne sağcı, ne mafya geleneğinden…
’Kaybetmiş bir sınıfın, hep dışarıda bırakılmış bir kuşağın patlaması.’
Brezilya’da favelalarda başlayan, Kolombiya’da paramiliterlere dönüşen bu model, Peker’in dediği gibi şimdi Türkiye’de kendine bir zemin buluyor.
Ve devlet, bu gerçeği hala yeterince ciddiye almış değil.
Evet, cezalar artırılmalı.
Evet, kolluk daha sert olmalı.
Evet, caydırıcı tedbirler şart.
Ama Peker’in altını çizdiği gibi:
Sadece ceza ile bu sorun yok olmaz. Çünkü sorun hukuki değil, sınıfsal.
Peker’in önerileri ise şaşırtıcı derecede yerinde:
• Fakir ailelerin çocuklarına gerçek burs desteği,
• Sosyal yardımların bir üst aşamaya taşınması,
• İşsizlik ve yoksulluk maaşlarının insan onuruna yakışır seviyeye yükseltilmesi,
• Gençlerin sisteme aidiyetini artıracak sosyal politikalar…
Bu devleti zayıflatmak değil, güçlendirmektir.
Bu uyarının kıymetini bilmemek ise gelecekte karşımıza çok daha tehlikeli bir tablo çıkarır.
Çünkü unutmayalım:
Adaletsizlik büyüdüğünde, önce gecekondu mahallesini çürütür… sonra şehrin merkezine sıçrar.
Bugün sokakta haraç kesen çocuklar, yarın çok daha organize, çok daha yıkıcı yapılara dönüşebilir.
Bunu Latin Amerika gördü, Avrupa gördü… Biz görmezlikten gelirsek en ağır faturayı biz öderiz.
O nedenle net konuşalım:
Peker bu kez yüzde yüz haklıdır.
Devlet bu uyarıyı duymazsa, yarın geç kalınmış olur.
//////
GIDA GÜVENLİĞİNDE YENİ DÖNEM
KAMERA KAYDI HEM TEDBİR, HEM SORU
Fatih’te bir ailenin böcek ilacı kalıntısı yüzünden hayatını kaybetmesi…
Ortaköy’de bir turistin kahveden zehirlenmesi…
Şanlıurfa’da bir çocuğun kompresörle işkence edilerek öldürülmesi…
Türkiye bir hafta içinde üç büyük “vicdan kırığı” yaşadı.
Bu tabloya kayıtsız kalmak bir devlet için mümkün değildir.
İstanbul Valiliği’nin açıkladığı sert tedbirler bu yüzden gecikmiş değil, yerinde alınmış kararlardır.
24 saat kamera şartı, soğuk zincir kontrolleri, numune saklama zorunluluğu, ilaçlama şirketlerinin yakın takibi…
Hepsi bir zincirin halkası.
Ama bir karar özellikle dikkat çekiyor:
“Her işletmede 24 saat kesintisiz kamera kaydı ve kayıtların 30 gün saklanması.”
Peki bu düzenleme ne getiriyor?
Sadece fayda mı sağlar, yoksa bazı soru işaretleri de var mı?
Önce şu gerçeği tespit edelim..
Bu ülke, bozuk ürünle, sokak satıcısıyla, hijyen rezaletiyle can kaybetmeyi hak etmiyor.
Aksine, “kamera kaydı” birçok olayda gerçeği bulmanın tek yolu olabilir.
* Bozuk ürün kime satıldı?
* Hangi esnaf ürünün tarihini değiştirdi?
* Hangi çalışan hijyen kuralını ihlal etti?
* Zehirlenmeye yol açan gıda nasıl servis edildi?
Bunların hepsi kamera olmadan ispatı zor gerçeklerdir.
Kamera, denetçiye de, hakime de, vatandaşa da yol açar.
Bu yönüyle düzenleme hayat kurtaran bir güvenlik bariyeridir.
Ama diğer yüzü de var.
Türkiye’nin artık göz ardı etmemesi gereken bir soru:
“Her alışverişin kayıt altına alınması, mahremiyet sınırını nereye çeker?”
Kamera kaydıyla birlikte:
* Vatandaşın her lokması izlenebilir mi?
* Yapılan alışveriş fişiyle görüntü eşleştiğinde ortaya çıkan “davranış profili” nasıl korunacak?
* Bu görüntüler kim tarafından, nasıl saklanacak?
* Yanlış kullanım ihtimali yok mu?
Devlet, bu soruların cevabını şimdiden vermeli.
Çünkü kamera, disiplinsiz bir yönetim aracına değil, güvenlik ve adalet için bir delil sistemine dönüşmelidir.
Bugün gıda güvenliği için zorunlu olan bu mekanizma, yarın başka amaçlarla kullanılmamalıdır.
Bunun güvencesi ise şeffaflık, sıkı yasa ve denetimdir.
“Kamera kaydı” düzenlemesi, halk sağlığının teminatı olduğu kadar mahremiyet tartışmasının da başlangıcı olacaktır.
Tedbir şart, denetim şart, ama şeffaflık daha da şart.
//////
AKIN GÜRLEK’E BİR ALKIŞ DA FUTBOLUN NAMUSU İÇİN
Türk futbolu yıllardır konuşuyor, söylentiler yıllardır dolaşıyor, taraftar yıllardır soruyor:
“Bu kirli düzen ne zaman bitecek?”
Ve nihayet bir savcı, lafı dolandırmadan, geri adım atmadan, kimseye göz kırpmadan çıktı ve dedi ki:
“Bu soruşturma sonuna kadar gidecek.”
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek, uzun süre sonra Türk futbolunda ilk kez duyduğumuz netlikte bir irade ortaya koydu.
MASAK raporu da bu cesareti haklı çıkarıyor:
Tutuklu bir hakemin hesabından 10,5 milyon liralık bahis işlemi çıkıyor!
Bu tabloya rağmen susmak mı gerekirdi?
Üstünü örtmek mi?
“Futbol ekonomisi zarar görmesin” diye gerçeği halının altına mı süpürmeliydik?
Hayır.
Akın Gürlek, yıllardır utançla taşınan bir yükü çöpe atmak için düğmeye bastı.
Bugün futbolda “temiz eller” operasyonu genişliyorsa bunun ilk sebebi cesur bir savcının masaya yumruğunu koymasıdır.
Bu ülkede milyonlar tribünde, ekran başında, sokakta bu oyunu “adalet” üzerine kurulu sanarak seviyor.
Bir hakemin milyonluk bahis oynadığı bir düzende adalet olmaz.
Ve Gürlek, işte tam bu yüzden alkışı hak ediyor.
Devam etsin, derinleşsin, sonuna kadar gitsin.
Türk futbolu ilk kez bu kadar büyük bir temizliğin eşiğindeyken geri dönüş yoktur artık.
Temiz futbol için, temiz tribün için, temiz gelecek için:
Akın Gürlek’in arkasındayız.