Yeni yetme kopiller olarak dönemin Türkiye’sinin ruhuna uygun olarak ve istenildiği şekilde verilenleri almak konusunda oldukça iştiyaklıydık. Tek kanallı bir ülkede siyah beyaz yaşıyor ve Dallas dizisini hiç kaçırmıyorduk. Sue Ellen ve Boby’i kendi öz akrabalarımızdan daha iyi tanıyor, JR’ın entrikaları karşısında hiddetleniyor, Euing ailesinin başına gelenleri komşumuz Naciye teyzenin yaşadığı trajedilerden çok daha fazla önemsiyorduk. Okul; dinleyerek kendimizden geçtiğimiz yanık, içli ve efkarlı aşk şarkılarında dile getirilen duyguların pratize edileceği bir alan, izlediğimiz karşılıksız ve acılı aşk hikayelerini konu eden filmlerde öykündüğümüz rol modelin kederli kimliğini yansıtabileceğimiz bir sahneydi bizler için. Bir kulunu çok sevmemiz ve fakat onun bizi hiç sevmemesi gerekiyordu, aşk en güzel bir şeydi besbelli ve en nihayetinde yolunda yanılıp bitilen kalpsiz kız nikah masasına başkasıyla oturmalı ve ıslak mendiliyle yırtık resmi bizde kalmamalıydı. Daha çok acılar çekmeli hatta ölmeli falandık ki, fen-a fil Aşk mertebesine ulaşabilelim. Tabi bu hemen olabilecek bir şey değildi, o nedenle bu ‘tapınış şekli’nin gerekli ritüellerine yerine getirmeliydik…. En aşık olmalı, oldukça daha çok olmalıydık ki camia hakkımızda ‘’ vayy be ne ihsan sahibi bir aşık’’ şeklinde konuşsun ve gelecek nesillere hakikatli bir örneklik bırakalım. Bunları yaptı bizim kuşak, ancak elini tutmayı bırakın bir çok kız kendilerine ne denli aşık olunduğunu bilemeden göçtü gitti her odasında blackboard bulunan binalardan. Platoniklik sağlam bir yönelimdi ve çok fazla bir risk de taşımayan içsel bir inisiye hali,şahsi bir deneyimdi. O nedenle bazı arkadaşlarımız çok dehşetli aşklar yaşadılar. Gerçekten karşılık beklemeden sevmek, işte bu zirveydi ve en kutsi olanıydı.

Bu minval üzere aşka dair ne varsa; acı, keder, hüzün, elem dolu bir kaderi yaşamaktayken bizler dönemin 14-17 yaş kuşağı, bir gün sinemaya yeni bir film geldiğini duyduk ; Disco Gençlik Ateşi… Bu filmi izledikten sonra yaşama ilişkin kutsadığımız kavramların ne denli değişebileceğini henüz bilmemize imkan yoktu açıkçası. Bir gece ekibimizle bu filme gittik ve hemen ertesi gün okulumuzda belirgin bir dansçı patlaması yaşandığını fark ettik. Teneffüslerde, boş derslerde veyahut her hangi bir fırsatta değişik hareketler yapan onlarca bıçkın adayını görmek mümkündü artık. Bizim ilgimizi işin dans, figür vs. boyutu pek çekmemişti aslında; esas cezp edicilik bizlerle yaklaşık aynı yaşlarda olan bunca liseli genç kızın oldukça dekolte kıyafetler giydikleri halde erkek arkadaşlarıyla giriştikleri rahat tavırlardı… Hiç bizim gibi kasık değildiler, ne kızları ne de erkekleri. Anlamıştık; Avrupa ve Amerika farklıydı. Farklılık bir şeydi ama en önemlisi düpedüz çekiciydi işte. Ayrıca daha sarışındı kızları, aman Allah’ım hatta daha güzeldiler!…

İşte bir kırılma noktasına daha gelmiştik, Batı biz gençlerin tamamıyla nefsaniyetine hitap eden ve ret edilmesi oldukça zor yeni bir yaşam tasavvuru sunuyordu.. Üstelik daha acısız gibi görünüyordu ve belki zaten bizler aşk için ölmekten de usanmıştık artık….

Devam eder nasipse….