PKK nihayet beklenen kongreyi yaptı ve fesih kararını açıkladı. 12 Mayıs tarihi, başlamış bir sürecin sonu mu yoksa bir sonun yeni başlangıcı mı?

Türkiye’de ve Orta Doğu’da Kürtlerin geçmişten bugüne bir dertleri olduğunu kabul edenler için 12 Mayıs; şiddetin sonu, barışın ve baharın gelişidir.

Terör örgütünün, fesih kararında herhangi bir şart ve koşul ileri sürmeyerek “Kendimi feshediyorum” derken doğuş sebeplerini kendi ideolojilerine göre sıralamış olmasını çok bir yere çekmeye gerek yok. Fesih kararında uzun uzadıya geçmiş dönem politikalarına eleştirilere, Kürt kimliğini inkâr ve asimilasyona, 1924 Anayasası’na, Lozan Antlaşması’na hatırlatıcı vurgu yapılmış olmasına takılanlar için şunu ifade edelim; örgütün, fesih kararını açıklarken “Biz lanet bir örgütüz, çok yanlış yaptık, Türkiye’de her şey mükemmeldi ve biz de sebepsiz bir şekilde kendimizi var ettik” demesi elbette beklenir bir şey değildi. Böyle bir öz eleştirinin yapılmaması, örgütün ülkemize ve coğrafyaya verdiği zararı kabule yönelik beyanının olmaması tarihî feshin ülkemizin yarınlarına dünden daha az zarar vereceği gerçeğini de değiştirmez.

Türkiye’deki Kürtler, Cumhuriyet kurulurken kendi kaderlerini tayin hakkını kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti al bayrağı ve üniter yapısı altında eşit vatandaş olarak var olmuşlardır. Sonrasında da Kürtlere yapılanlar antidemokratik dönem uygulamalarının sonucudur. Bu dönemlerde inkârcı politikalar, farklı toplum kesimleri üzerinde farklı tezahür etmiş ve Kürtler bu uygulamalardan en fazla etkilenen kesim olmuştur.

PKK’nın, şiddet eylemlerinin arka planında yatan sebepleri kararında açıklamaya çalışmış olması ona meşruiyet kazandırmaz elbette. Ancak bu sebeplerin tarihsel süreçte Kürtlerin dertleri olduğu gerçeğini de ortadan kaldırmaz. Fesih kararında yazılan ve örgütün doğuş sebepleri olarak altı çizilen inkârcı politikalar ile hukuksuz uygulamalar üzerinden yapılan vurguyu, 52 yıl öncesindeki liderler üstüne alabilir. Keza Recep Tayyip Erdoğan gibi zihniyet değişimlerine önderlik yapan bir liderin, 22 yıldan beri Kürt meselesine cesur yaklaşımının sonucunda uygulamaların tamamı son buldu. Fesih kararının içeriği; bugüne kadar gelinen demokratik gelişmeler, özgürlükler alanındaki yenilikler ve son dönemde Cumhur İttifakı’nın ortaya koyduğu ‘Terörsüz Türkiye’ hedefine muazzam katkı yapan Devlet Bahçeli’nin getirdiği noktayı gölgeleyecek bir durum asla değil.

Geldiğimiz noktayı küçümseyenler son 52 yılda olanı biteni hiç anlamamışlar. 1978’de PKK kurulduğunda örgütün bu kadar geniş bir alana yayılacağını ve o zamanki Türkiye’nin içindeki derin yapıların ve dışarıdaki emperyalist amaçların kullanışlı enstrümanı olacağını kimse tahmin edemedi. Zaman içinde örgütün Türkiye karşıtı her yapının desteğiyle daha tehlikeli boyuta geleceğini öngören Turgut Özal gibi liderler de suikasta uğradılar ve ölümleri de doğal ölüm olarak kabul edilmedi.

PKK bir çatı örgüt olma konumunu hep korudu

Örgüt her ne kadar bazı dönemlerde kendini feshedip başka isimlerle devam ettiyse de hiçbir zaman 1978’deki ana kurucu unsur olma özelliğini kaybetmedi. Abdullah Öcalan tutuklandıktan sonra KCK (Kürdistan Topluluklar Birliği) kuruldu ve onlarca başka grup örgütlendi. PJAK, YPG, (Halk Koruma Birliği), YPJ (Kadın Koruma Birliği), ERNK (Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi), PÇDK, YJE (Ezidî Kürt Kadınlar Birliği), HİK (Kürdistan İslam Hareketi) vs. tüm bu gruplar ve örgütler PKK çatısı altında yer aldılar. Fesih kongresinde tüm bu örgütlerden, gruplardan bahsedilmemiş olması pratikte bir önem taşımaz.

Orta Doğu’nun bugün geldiği durum, Suriye’nin bölünerek değil, birleşerek devlet olması gereği ve gerçekliği, değişen Kürt topluluklarının sosyolojisi, Türkiye’nin bölgenin en büyük gücü olma pozisyonu ve bu coğrafyada en büyük çekim merkezi olması, yine Türkiye’nin askerî gücü ve silahlı eylemlerin etkisizleştirilme kapasitesi; hepsi bir araya geldiğinde artık bu coğrafyada hiçbir örgütün silahla yapacağı bir eylem ve kan dökeceği bir karış toprak kalmadı.

Aslında tüm bu terör örgütleri, NATO’nun ikinci gücü Türkiye Cumhuriyeti’ni yenemeyeceğini biliyorlardı; başta Abdullah Öcalan gibi pragmatist bir örgüt lideri dâhil. Öcalan, örgütü feshetmek ve şehre inmek istiyordu. Ancak içimizdeki derin devletin derinleri ve dışımızdaki emperyalist emellerin kontrollü kullanıcıları örgütü bitirmedi ve bitmesine de hep engel oldu. Bir önceki çözüm sürecinin akamete uğramasının arkasında sorun bitirmek istemeyenler ve bitecekse de Tayyip Erdoğan’a bu nasip olmasın diyen bu zihniyetler vardı.

Anadolu ve Orta Doğu coğrafyasındaki tüm kimliklerin barışına ve bu barışın getireceği berekete düşman ittifaklar sorunu bitirmek istemedi ve özellikle Tayyip Erdoğan ile AK Parti üzerinden Kürt meselesini farklı boyutlara ve mecralara taşıdılar. Kimi zaman DEAŞ ile mücadelenin unsuru kimi zaman petrol kuyularının koruyucusu yapıldılar. Ancak hiçbir zaman Kürtlerin geleceğini önemsemediler, hep kendi çıkarları en önde oldu.

Ve tekrar belirtmek gerekirse; bugün onlara rağmen bu sorun bitiyor ise bunun nedeni değişen dengeler, Türkiye’nin dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olma yolundaki hedefine ilerlemesi, NATO’nun en büyük ikinci gücü oluşu ve Orta Doğu’daki bütün Kürtlerin en güvenilir limanı olma özelliğidir.